June 29, 2009


Blok Alıntı




(daft punk-something about us tekrarlı bir yaz sonu

ondan bahsedebilseydim,ona bahsederdim1

öncelikle bişeyler anlatmaya çalıştı.birinden bahsetmek istiyordu ama cümleleri fazla güzel olmadığı için aklınızda resmini çizmeniz zor olur diye bu konu üzerinde epey düşündü.saat çok geç olmuştu,ama geçen saatlerde düşündüğü şeyler zamanını boşuna harcamasına değil de içten ve değerli geçmesine yol açmış gibiydi.kısık sesli fikirleri sadece birinin yüz hatlarından akarak ağzından çıkıyordu.
ellerinin minikliğinde gizlediği uçarı düşüncelerinde yüzmek istediğini söylerdi hep ve o çok yakışıklı derdi.ve de kibar.insanlar onun nereden geldiğini haykırabilir bile,ama asla cevap almayacaklarını bilerek.
yorgunluğu yüzüne yansıtmadan sorularına cevap verilebilir biriymiş o.kız öyle derdi.
onun öyle harikulade olduğunu farkettiğinde artık çok geçmiş ama,yolu olmayan kasabadan kaçmak isteyen yalın ayak bir genç kız misali beynini onun yönüne doğru çevirmiş olsada,gerçekten artık karmaya inandığını haykırsa da,yalın ayaktı.soğuk sulardan gelen bencil düşüncelerinin kurbanı olan kızlardan uzak durmak istediği zamanlarda oluyordu bunlar ve benzemek istemeyeceği insanların kimliklerini çaldığını gördüğü sıralarda su içerdi.lıkır lıkır ve hıçkırarak.
"beni ben susatmadım"
vücudunu bir o yana bir bu yana sallayarak dinlediği ağır ve güzel şarkılarda da aklında olmaması gereken fil kafaları vardı ve istese de istemese de aklına giren her sineği öldüremezdi.aksine beslerdi ve bazen o kadar çok olurlarda ki,üzmekten korkardı,rüya görmekten korkardı,uyuyamazdı.
o bazı geceler seni görmesin diye uyuyamadı.
yudum yudum içmek için renkli gözleri,farklı ırklardan kişileri arzuladı o hep-ama onun olduğu yer her zaman yerdi ve o yerde herkese yer yoktu-kafası her zaman kurulan anlamsız ve karmakarışık cümlelerin doğrultusunda ilerlerdi.
kafası hep karışıktı.
ama bazen sadece boş olurdu.karışamayacak kadar anlamsız.
(kısaltılmıştır: )
artık yorgunmuş.
duyduğu sesleri beyninde resimlendirmekten,birilerine farklı isimler takmaktan ve hatırlamaktan yorulmuş.huzurlu şeylerin dışındaki her önemli ayrıntıyı bir anda dolu bir kum kavanozuna kaldırır orada fosilleşmesini bekleyecek kadar sabırlı yaklaşırmış anılarına,yorulmasın diye...
gittiğini unuttum.derdi.
sanki sabahları kalktığında bazı şeylere sahipmiş gibi aniden uyandıktan sonraki gerçekliğin gölgesinde ezilirmiş,kolları morarana kadar.ama onu ağlatabilecek kadar değil.bazen ise bu onu rahatlatırmış bile.
sığ fikirlerin yarattığı devasa sonuçların hızlılığına küfür ederken yakalardı kendini ve aynalara zaten hiç bakamazdı.yükseklerden gelen anlamsız ve aslında imsaknsız dediği şeyleri yaptığı anlarda değerlerini bilmeden harcadığı elmas tozlarına da küfür edermiş.
elmas tozları suya karıştığında,yüzmekten nefret etti.ve...
mimik dolu sözlerden kaçınırdı,ve asla karşısındakine bakmayı öğrenemedi.
istemedi.
her zaman,tek bir yalan söylerdi,ve hiç kimse bilemedi.
"gülümsedim"
bilemezdi.
farklılığın doğurduğu kısık hareketli nefes alış verişlerinde kaybettiği isimleri içerdi bazen.içten bir oh çekebileceği farklı yükseklilklere ulaşmış karşı cinlerden gelen kokulardan kaçardı.
biri Tanrı gibiydi.
ve yumuşaktı.
uzaktaydı.
yavaşlığın ve içtenliğin anahtarı ondaymış.ve istenilen değil gereken olmaktan vazgeçemeyen bir siyah yıldızı hatırlatan gülüşüne kilitlenmemek imkansızmış.beyninden akan cümlelerin azında bile yüzebilsen,sana yetermiş.
yetmezmiş.
bana uzak her harikuladelik,biraz da olsun Tanrı gibidir.
çok güzelsin.
onun istediği o hiç olamazmış..
"yeteri kadar istememişsin o zaman"
dudaklarından akan ayna görevindeki kelimeleri her Tanrıyı yansıtamazmış.
bize şundan bahset dediğimizde;
"eğer ondan bahsedebilseydim,ona bahsederdim"
derdi.
havada onu aydınlatabilcek sadece ay olduğunda huzurun ona biraz daha yakınlaşabildiğini söylese de aslında onu huzura en yakınlaştırabilcek şey onun sahip olamadığı şeyler olduğunu haykırırdı gözleri boşluğa ve gözlerini kapattığında ise onu anlamak için dudaklarını okumak gerekirdi.kimse onu anlayamazdı ama.
o hep bizden farklı dilde konuşur,bazen hiç konuşmazdı.
omuzlarında taşıdığı yüklerden şikayetçi olabilcek kadar küçülmemişti,aksine taşıyamadığı şeyler için ağlayacak kadar azim öz sıvısı tüketmişti.
onu anlatabilmek için onu yaşamak değil,onunla yaşamak gerekirdi.
bazen o yaşamıyor gibiydi.
hayallerinin gerçeklikle örtüşemediği noktalarda dinlenirdi ve hayallerini olabilcek şeyler yerine olamayacak şeyler yönünde geliştirmişti.hayalleriyle rüyalarını asla bir görmez,asla birbirine karıştırmazdı.
bu kız oydu.ve o kızken diğeri ise her zaman başkası olurdu.
özlediğini söyleyebilecek kadar erdemli insanların arasında cirit atan ayaklarını soğuk denizlere,geceleri daldırdığında mutlu olurdu ve kendisine benzeyen sayılı insanın elinden tutup zor olan merdivenlerde yol alırdı.
aslında genelde dalardı ve uyurdu
bazen beyni titrerdi,ve düşünmeye araverirdi.
Tanrı bir tane de kendinden yaratmış derdi.

June 27, 2009

yaz kahvaltıları

June 19, 2009



yoruldum

bölüm bölüm


I gotta get too drunk to dream
'cause dreaming only makes me blue
i gotta get too drunk to dream
because i only dream of you
..

-

yapmayın ya 2009 yılındayız internet nasıl bu kadar yavaş ve sinir bozucu olabilir ya.aman ya.50 yıl önce 2000li yıllara gelince uçan arabamız olucak hayallerinize noldu?

işte böyle oldu


yüzük parmaklarına iz yapmıştı ve diğeri gün saymıştı.
koltuk yeterince büyük ve açık renk olmadığı için fazla rahat olmadığını ona bakışlarınla anlatmaya çalışsada çok başarılı olamamıştı.
arada bi geriye doğru gidip geliyordu.vücudu değil ama,aklı.artık hareketleri ritüelleşmişti ve karşı taraftaki ona daha soru sormadan cevabını veriyordu.
-"naptın sen?"dedi.
-"biliyorum,haklısın"
yorgunluk akan gözlerindeki bakışlar bazı duyguları çoktan kaybetmiş ve neyi görmek istersen onu gösteren bir hal almıştı.çocuk kararsızdı.
-"işte böyle oldu"
-"biliyorum,görüyorum."
kafa karıştırıcı bir kaç kelime oyunundan sonra artık şimdi bulunduğu oda hakkında konuşmaya başlamaları lazımdı,ama oda dediğim öyle basit bir oda değildi.sonuçta uzun süredir birbirinle konuşmayan insanlar o odaydı ve çokta alakasız bir ortamdı.
perdeyi biraz araladı.
-"boşuna vakit geçiriyorsun"dedi diğeri.
perdeden uzaklaşarak,küçük adımlarla koltuğa oturdu.
-"biliyorum,istiyorum"
üçüncü kişi çıkmıştı bir anda ortaya ve muhtemelen de seçimleri tipik erkek seçimi değildi.hareketleri bunun bu şekilde ilerlediğini çok bariz bir şekilde minik bir sırıtma gibi beynimize işlemişti.
o,fazla bilmezdi.ve arada gidip gelirdi.
-"fazla rahat değilsiniz"dedi üçüncü.
-"biliyoruz,mutluyuz"
kapıyı kapatmadan çıktı dışarı ve
-"az vakit var,geri gelicek"dedi diğeri.
-"biliyorum,hissediyorum"
diğeri perdeyi kapattı ve aklındaki geri gidişleri ortadan kaldırdı.ne de olsa o gün saymıştı ve diğerinin parmağında yüzük kalmamıştı.
üçüncü uzun bir süre geri gelmedi.
kapı hala açıktı.

June 18, 2009

-


-math and physic club,la la la lisa




-velvet underground,stephanie says

yıktı


tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tuk tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tik tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tik tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tuk tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tik tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tıktık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tik tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tik tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tüh...
(şimdi baktım da bu kadar çok tık,tak,tük,tik li şeyleri elimle nasıl da bir sabırla yazmışım.)

-

"biraz su alın,biraz daha su alın"
anlayamadım.
kollarımı iki yana şöyle bi açtım.arkalara doğru,tıpkı küçükken bana 'sen anneni ne kadar seviyosun göster bakalım"dediklerinde açtığım gibi,arkada birleştirip 'bunun bin katı'derdim.zekiymişim ben-eskiden.
ama şimdi ki açışımın nedeni gerilmekti sadece.o kadar.ve öne doğru getirdiğimde bir 'oh' çekip elimi sigaraya uzattım.
-"daha ne kadar?"dedi karşımdaki.gülümsedim.ama cevap vermedim.zaten bu cevabı beklenen bi soru değildi.yani ben öyle düşünmüştüm.
kibrit kutusunu ilk elime aldığımda,üç tanesini kutuya ters çevirip koymuştum.ve demiştim ki;
-"bu üç tanesinin sonuncusunu yaktığımda herşey daha güzel olucak"
aslında herşey aynı kalıcak.
gülümseyemedim.
-"bana da bir bardak su koyar mısın?"dedim.ani bi dönüşle kafasını bana çevirip biraz baktı.zaten hep bakardı.ve hiç bir iş yapmazdı.
şişeyi uzattı ve bardaksız içtim.
-"biraz su iç,biraz daha su iç"
anlayamadım.
ve seslerin daha güzel duyulabilmesi için biraz sessiz kalmayı önerdim ona.
-"hangi sesler?"dedi.
-"huzurun sesi"dedim.
ki o hiç bir zaman anlayamazdı.her ne kadar ben her zaman dik görünsemde,içten çöktüğümü ve aslında gerçekten çok zor dik durabildiğimi anlayamazdı.dik değildim,başım bir o yana bir bu yana gidip gidip geliyordu aslında ve o sadece benim o gidiş gelişlerimin arasındaki minik bir kaç saniye süren dikliğimle yargılıyordu beni.
-"istesem de dik duramam"dedim.
hafif sıcak rüzgarın üzerimizde yarattığı soğukluk hissi artık ilk baştaki kadar gerçekçi değildi ve içten içe terlemeye müsayit vücutlarımız işlevlerini yitirmek üzereydi.
-"su ister misin?"dedi
-"biraz su iç"
anlayamadım.
güneş batmış olmalıydı,perdeleri benimkiler kadar koyu değildi ve karşı apartmandaki alışverişler bile görünebiliyordu.
biraz yer değişikliği yaşanan zor bir yerdi.tam anlamıyla görememiştim.
göz ucuyla görebilsem bile ki bu zor bişeydi,fazla uğraşmadan camdaki yansımalara dalmıştım.
arkası dönüktü.
ve merdivenleri teker teker indi.ağaç dallarının yüzünde yarattığı etkiden kurtulmak için ellerini iyi kullanıyordu.
artık etraf çok sakindi ve boştu.
kibrit kutumu da almıştı.
-"biraz karar alın,biraz daha karar alın"
anlayamadım.
arkam dönüktü.

June 13, 2009

terasımı herkes sever

deep purple mı prodigy mi?
hadi bakalım.

düşünün.

June 12, 2009

diyemedim
: (

two weeks


köpek kaç saattir işemiyor.

katil kim?
bahçıvan.

June 11, 2009

sinsi

tavanımın yukarı doğru genişleyerek çıkmasını çok seviyorum.odam büyükmüş gibi hissediyorum.
odam beni kandırmayı çok seviyor.

sweet ballad



Got nothing to prove, I'm not your whore
You're gonna lose, coz I got more
Not sure you can endure
I'm not your little, I'm not your little, I'm not your little
Whore...

Whore whore whore...
Not your late night booty call
Whore no more...
Don't call me passed 11pm, it won't happen again


Like a scab that won't heal, just another sore
Lost face in the crowd such a lonely bore

Don't call me passed 11pm, it won't happen again
Happened once, it happened twice it happened three times, maybe four times, maybe five times, maybe, maybe it happened six
times but it won't happen seven times
No no no no no no...

Whore whore whore
Not your late night booty call
Whore no more
Don't call me passed 11pm it won't happen again

You could call me at 10.59 but don't call me at 11 coz that's my rule now







ah..

al ve götür.

zor bir geceydi.

çok eğlenceliydi.


June 7, 2009


bir gün,biri karşılaşacak.

böyle şeyler yapmayın


iki buçuk saat bu filmi izledim.hayır bi de sanki daha önce hiç izlememiş gibi iki buçuk saat boyunca başından kalkmadan,ilk günkü ciddiyetle.
acilen sigara içmem lazım.

valla



herkes evinde ve herkes sıkılıyor.bu jenerasyon hatalı bence.

teşekkürler Kağan.

aynalar(haha)

beni tam da uyurken yakaladın.
ama o sizi seviyor.
ve çarşaflar birbirine dolandığında çıkmak için nefesini tuttu,dayanamadığını ve daha fazla çaba sarfedemeyeceğini anladığında yenik düşmeyi boynunda bir madalyon gibi taşımaya karar verdi,etraf çok beyazdı ve gülüşleri onun eskidiğini tam da istediği gibi anlatıyordu.
ama o çok eskimemişti.
elleri yüzünü kapatmaya çok yaramıyordu,ama her zaman elleri yüzündeydi.göz altlarındaki morluklar ona insanların yaşattığı anıların bir armağanıydı ve hiç şikayetçi olmadan anıları hatırlardı.
bazen gülümseyemezdi.
daldığı düşüncelerden çıkmak için başka insanların beyinlerine akmaya çalıştığı gecelerde hep uyuya kalırdı,kalktığında ise sen başında değildin.
ama o seni seviyor.
onu tam da uyurken yakalardın.
ve ona belli etmeden oradan uzaklaşırdın.
bacaklarını karnına doğru çekip birbirine doladığı zamanlarda,etrafı izlerdi sessizce ve fazla şey düşünmek istemezdi.etraf her zaman çok beyazdı.
-beyazı hiç sevemedi.
o artık ellerini senin yüzüne koymak istiyor.
ama o sizi seviyor.
ve kuşlarla yarıştığı sabahlarda,pencereden içeriye gelmek isteyen hafif rüzgarın perdelerde takılı kalmasını kendi içinde yaşıyor.örtüler rüyalarını silmeye fazla yarayamadı.
ama onun hiç perdesi olmamıştı.
resmini çizdiğin kızların adını bilmek isterdi hep,en önemli ayrıntı adınız yazıldı duvarlara ve duvarlar yıkıldı hayallerinizin başladığı noktaya.
biri oydu.isimlerden biri onun ismiydi ve heryerdeydi.
ama o seni seviyor ve sen onun ismini hiç bilemedin.
yıldızlar her zamankinden uzak görünürken ona,avuç içlerinden akan terleri üzerine sildi umursamadan.her zaman bunu yapardı ve biri her zaman kızardı.
ama artık o,sen onu uyurken yakalama diye uyumuyor bile.
ve kim olduğunu asla bilemedin.
kim olduğumu bilemedim.

June 6, 2009



















bilirdi ve söylerdi

bence bir sorun var,
görmek her zaman anlamanın anahtarı değildir çünkü,
ya da duymak.
bence karar veremediğin ayrıntılarda sana yanlışı gösteren büyük sorunlar var etrafında,
sevmek veya değer vermek,her zaman doğru olmaz sonuçta.
gerçekten sıkılsaydım eğer,kendimden,orda olurdum belki,biraz yakın,biraz uzak. -"akar ama,sıvı o"dedi biri.o kadar da yavaş hareket etmiyordu ve kucağındaki yükler omuzlarına yansımıştı.
güçsüz değildi ve bağıramazdı.
kıvrımlı sokaklarda yürümek ona her zaman uzun saçları hatırlatırdı.bana bunu hep anlatırdı.
-"duruşu böyle mi?"derdi.kim olduğunu bilmediğim insanların gülüşlerini anlatmamı isterdi ona. arada gelirdi ama genelde gelmemeyi seçerdi.uzaktan gülümsemeyi bana zorla öğretmişti.
-"herşeyi öğrenmek zorunda değilsin.sadece biraz gülümse.uzakta olsam bile."
o insanların görmemezlikten gelme duygularına küstü.
-"sen ordaysan ve senin gözlerine bakmamışsa,bil ki senin orda olduğunu yanındaki kişiden bile iyi biliyor."derdi.
-"her zaman gülümse,boş bakıp bişeyler düşündürmekten daha çok şey düşündürür çünkü"
bilinçsizlik parmak uçlarında sallanırken,ilk olarak,arkana sakın bakma.ileri hele hiç.sadece olduğun yerde dinlen biraz,biraz da düşün,ama fazla yorulma ve sadece kendi düşüncelerinde boğul,kendi isteklerinde ve kendi kararlarında.zaten bunu yapabilirsen ilerisi sana daha bir parlak gelicek,arkan ise insanların sana yaşattığı keşkelerle sırıtıcak yüzüne.
-"farketmez"derdi.
-"kendin ol"derdi.
-"fazla dinleme."derdi.
-"ne istersen onu yap kendin olduktan sonra insanları fazla dinlemesen de farketmez"derdi.

o daha çok şey söylerdi.

June 5, 2009


and look at the window




"bak ne dicem."
diğeri irkilip yataktan kafasını kaldırarak öbürüne bakar.
"odanın bu kadar aydınlık olması senin de sinirlerini bozmuyor mu?"
"hayır"der diğeri ve kafasını beyaz yastığa geri koyar ama gözleri hala açıktır.öbürü ise ayakta dikilmiş duvarlara,arada ise tavana bakarak ışığın nasılda güzel bir şekilde süzüldüğünü izler.bazen gözleri diğerinin vücuduna kayar ki o sırada diğeri ona dik dik bakar ve hafiften gülümser;
"sana değil ışığa bakıyorum"der öbürü.diğeri kafasını yan tarafa çevirerek sigara arar.bulur da.
diğeri öbürünü anlamaz ama odada gerçektende nerden geldiği belli olmayan ışıklar gezinmektedir ve bu öbürünün gitgite daha da fazla ilgisini çeker,hoşuna gider.
-"başka kattan geldiğimi biliyorsun"der diğeri.öbürü umursamadan kafasını sallar.diğeri giyinmeye başlar ve elindeki kum saattini sallayarak öbürüne gösterir,
"bunu buraya koyuyorum,yarın yan odada görüşürüz"der ve çıkar.allahtan kum saati büyüktür diye düşünür öbürü.ve yatağa,ışıkların kaynağına dalar.
..
uyandığında kum saatinde az kum kalmıştır ve ışıklar vücudunu yatağa bağlamıştır.kalkamaz hatta gülümseyemez bile-zaten fazla gülümsemez.merdivenden diğerinin iniş sesini duyar.diğeri yan odaya girer ve biraz bekler.öbürü ise karar vermekte zorlandığını anladığında bahane arar,karar veremediği şey ise;
"ışıklar mı,diğeri mi?"
biraz düşünür.yüzünü iyice yıkar,bol köpük,bol sabun.ellerini fazla kullanmaz ama.
ve karar verir.kimilerine göre doğru,kimilerine göre yanlış bir karardır.(aslında önemli olan onun için doğru mu değil mi?bunu asla bilemez öbürü,keşke bilse.)
yatağa döner,ışıklarla zaman geçirir biraz.diğeri ise öbürünün gelmiyeceğini anladığında kendi katına geri döner ve diğerine bir not yazar,
"___________________"öbürü okur ve fazla ilgilenmez,tam anlamıyla yalnız değildir çünkü,yanına bir sürü ışık vardır,farklı renklerde ve kişiliklerde.ama diğeri çok kırılır ve bir daha asla onun katına gitmek istemez.öbürünün umrunda olmadığı da bellidir.gitmezde zaten,gidemez.
..
öbürüne gelelim.diğeri yerine başkasını bulduğu için diğeri ona çok kırılır ama öbürü bunu hiç bilemez,öbürünün savunma şekli;
"aynı kattayız olur"
öbürünün yanında çok ışık varıdır,evet ama biraz az parlaktırlar,biraz az içten ve yavaş yavaşta çok uzaktırlar.
diğeri hep uyur.
.
.
yavaşça kafasını kaldırır ve der ki;
"nasılsın?"
öbürü cevaplar;
"eh,iyiyim"
diğeri gülümser ki o hep gülümser,
"beklediğim cevap buydu."
ışıklar artık fazla uzaktadır.


*ışıklar:arkadaşlar

June 3, 2009

-



late of the pier-focker

: )


http://www.pbfcomics.com/
alan almış alamayanlar yanmış

kaçıyorlar ve yanıyorlar




anlatılacak çok şey varmış.
ışıkları kapadı.
söylemek istediği şeylerin ağzında çıkmasını beklemek hep uzun zaman almıştı.ama kız alışkındı ve beklemek bazen onun hoşuna bile gidiyordu.çok değil ama.ve bekledikten sonra söylenen birşey duyucaksa tabii.
oğlan biraz eğildi ve yerdeki kalemi eline aldı.hep böyle olurdu zaten.oğlan bişeylerle uğraşırmış gibi yapar ve kız da onu izlerdi.oğlanın amacı hep buydu ve oğlan kalemi yere geri bıraktı.
yorgun ve uykusuz olduğunu belli etmek için esner gibi yaptı.ama esnemediği belliydi.kız onun 'esniyormuş gibi yaptığını'da anlıyordu.kız onu,o,onun onu tanıdığını bilmemesine rağmen iyi tanıyordu.
gülümsedi.(kız)
-"ateşi tazele."dedi.
-"sönecek."
oğlan kıza dönmeden ayağa kalktı ve bir kaç yakcak şey aradı;
-"sözlerini tazele"dedi kız.oğlan yakılacak birkaç ıvırzıvırı şömineye attı ve şöminenin önüne oturdu.
kızın yüzüne çevirdi kafasını ama kızın yüzü belli belirsizdi,ateşe hep uzak otururdu çünkü.
-"söylemek istediğim şeyleri yakmamı ister misin?"dedi oğlan.içerisi baya sıcaktı ve kız soyunmaya başladı.
-"söylemek istemediklerimi duymak ister misin?"dedi oğlan.çok susamıştı kız.ve sigarasını şömineye fırlattı.
-"artık bişey söylemek ister misin?"dedi kız.

anlatılacak çok şey varmış meğerse.sözleri gözlerinden çıkar gibi olmuş sonra.-kız öyle dedi.evin üst katları bu kadar sıcak olmadığı için bütün gece orda kalıp ateşi izlemişler,sadece ateşi izlememişler ama.kız gerçekten yorulmuş ve her zaman öyle olur.
her zaman kız yorulur ve oğlan oturur.
ateş söner,sözler daha hiç kullanılmadan sanki söyleyecek herşey bitmiş gibi olur hep.
hep olmaması gereken şeyler olduğu için bişeyler yapmaktan ve bişeyler söylemekten vazgeçen kişiler ki bunlar genelde oğlanlar,sadece otururlar ve sigara içerler.kızlarda onları izlerler tabii.napabilirler ki?
sıcaklık heryerlerini kapladığında bazı şeylerin farkına varmayı seçselerde zaten çoktan farkına varmışlardır ve bazen geçtir bazen de tam zamanı.ama her zaman çok geç olur.its too late dersin.deme.

gülümsedi.(oğlan)
-"nerde kalmıştık?"
kız sönmek üzere olan ateşe bakar ve üzerine bişey giyer;
-"daha başlamadık"
oğlan o bişeyler giyene kadar çoktan ateşi tazelemiştir bile.kız şimdi ateşe daha yakındır ve heryeri aydınlıktır.

planet of the apes


-

mor balonla turuncu balon kendine küsmeseydi inip çıkamazdık


arkadaşım yediği pastayı kusuyor,
ve gözlerim ne isterse onu görüyor.
hava sıcak değil burda.dışarı çıkıp istediğimi yaparım!üzerime uzun kollu bişey bile alırım.saçlarımı da toplarım.ohh.
yazık size.
neyse inanılmaz bi şarkı buldum.
hala inanamıyorum hatta.

-"öyle yaparsan,öyle olmaz"dedi çocuk.
-"ne diyosun be?" dedim ben de.
biraz baktı,sonra kafasını merdivenlere çevirdi;
-"sen hep burda mı oturursun?"dedi.
-"sen burda olmadığın bütün zamanlarda."
üzüldüğü belliydi,saçları uzun değildi ve yine de gülümsedi.
-"artık her istediğinde oturabilirsin"dedi.
merdivenleri çıkmaya başladı,ben de o sırada iniyordum.
onu bir daha görmeyeceğime emindim.
hala görmedim.

hayır

eski bir süprizim var.

June 2, 2009

özel serim

mantar üstü beneklerini çalan hırsızları avlama notları-1
çok üzülmüştüm.
köpek balığı yağı ticareti yapmak için deve kürkü ithal eden ailenin burdan taşınacağını öğrendiğimde-çok üzülmüştüm.
paraları bitmişti ve artık böyle zengin insanların cirit attığı kenar mahalle bölgesinden hızlıca ayrılmaları gerekmişti.çünkü çöplerde kayda değer yiyecek bişey bulması zor oluyormuş.zenginlerin pintiliklerini hesaba katamamışlardı.
-"paraları çok olsada,hala çöp atmak yerine onları yiyorlar"demişti Baba.
küçük çocuklarından Erkek sokakta insanların ayaklarına takılan en sinir bozucu taşları satarak eve para götürmeye çalışıyordu.onun için bir kaç kere takılması en güç olan taşlara takılıp para kazanmasına yardımcı olduğumu hatırlıyordum.ama etraf asvalt oldu olalı onun da işi elinden alınmıştı.Erkek biraz zayıf olduğu için zamanını ev işlerine ayırmış,çok güzel yemek yapmaya başlamıştı.tabii yemek malzemesi alamamaya başladıklarında da çok fazla uyur olmuştu.beynini satmıştılar ve bir haftalık yemek paralarını çıkartmışlardı.
bir de diğer küçük çocuk Kızın biçilen çimlerin arasında kırılmamış olanları bulup;soğuk,misler gibi çim suyu yapıp sattığı tezgah vardı.tabii vergi onunda işini yıkmıştı.pis pis herifler gelip ona soru sordular.bir keresinde ben de o çimen suyundan içiyordum ve ordaydım.
-"günde kaç tane kırılmamış çimen buluyorsunuz?"dedi takım elbiseli şey.kızcağız biraz durdu düşündü.hiç saymadığı belliydi.biraz dudağını büktü;
-"bilmem ki"dedi.diğer pis şey de;
-"toplayın tezgahı ve mühürü de basın"dedi.kahverengi eski arabalarına binip buralardan uzaklaştılar.minik kız ağlamasın diye artık kimse çimlerini biçmez olmuştu.yan komşudan bir kase toz şeker almak en zor şey olmuştu.kahvelerimizi şekersiz içtiğimiz günlerin geride kalmasını istediğimizde üçübirarada'ya sarmıştık.mahallemizde üçübirarada bitince bazı toz şeker sahiplerinin çimlerini sabaha karşı,çaktırmadan kesip boklu göle attığımızı hatırlıyorum.
neyse bir de büyük Oğlan vardı.Polis bir kadına aşıktı.tam bir Polisti kadın.hatta küçük kardeşlerinden olan Kızın tezgahını o mühürlemek zorunda kalmıştı.ellerinden mühür bir ay çıkmamıştı.bu yüzden etrafta fazla dolaşmamıştı.o sıralar kimse evindeki tuvaleti kullanmayıp sokaklara işiyordu.eski baraka evde herkes istediğni yapıp ışıkları söndürmeden evine dönüyordu.suç oranı yüzde dört artmıştı.bu o Polisi çok sinirlendirmişti ve eldiven takıp işe geri dönmesini sağlamıştı.eldivenleri siyah deriydi.Polis olduğu halde seri katil gibi görünen ilk güzel kız polis ünvanını alıp bir haftalığına paralı izne çıkartılıp uzak ve havalı bir kasabaya tatile yollanmıştı.
Oğlana gelelim.azgın bir köpeği vardı.yer yer sokaktaki yaşlıları ısırttırıp altın dişlerini çalardı.ama bu o şanslı Polise aşık olmadan önceydi.sonrasında da hep;
-"keşke ona aşık olmasaydım,yaşlıların altın dişi olayında çok para vardı."derdi.ve;
-"aşık olucaksanız,ilk önce zengin olun."derdi.ve yine eklerdi;
-"aşık olmak,para kazanmanızı hep engeller çünkü."
daha böyle bir sürü değişi vardı Oğlanın.işte bu işide bırakınca vitrin mankenlerine makyaj yapmaya başlamıştı bi dönem.ama erkeklerin makyajlarını fazla abarttığı için işten çıkarılmak zorunda kalmıştı.çünkü gay mağzaları büyük ekonomik krizden sonra bir semte toplanıp,mağzalardaki kıyafetler;erkek mankene makyaj yapmak yerine kız mankenlere kısa saç takılarak gözler önüne serilmişti.kimse aradaki farkı anlamamıştı.Oğlan dışında.ama bunun altında kalmayıp ayakkabı bağcıklarının ucuna takılan küçük plastiklerin üretildiği fabrikada ansansör görevlisi olarak çalışmaya başlayınca gay mağzalarının manken işleri müdür yardımcısı ona çok kırılmıştı.müdür yardımcısının şöyle demişti;
-"hala mankenlere makyaj yapabilirsin,ama kız olanlarına." Oğlan da;
-"ben insanları kandırmam,artık asansör görevlisiyim."demişti.ve mağzadan koşarak çıktığı söylentileri biraz dillerde dolandı.sonra da bu dillerde dolanan söylentilerin yerini Polisin eskiden erkek olduğu söylentileri almıştı.Oğlan;
-"yok öyle bişey,olsa bu kadar güzel sevişemezdik."desede aslında Polis herşeyi itiraf etmişti;
-"küçüktüm ve ağır gelmişti."
Oğlan bunun üzerine asansör görevlisi olduğu işinden;
-"benim klostrofobim var"diyip ayrılmıştı.asansör geniş aralıklarla demir parmaklıklardan yapılmıştı ve epey büyüktü.ama bu iş verme işlerine bakan eleman aptal olduğu için ayrılmasını kabul edip üzerine biraz para bile vermişti.en son Oğlanı gördüğümde tek yaptığı şey ormana gidip ordan topladığı garip bitkilerle enteresan ve yanı sıra da
-"bunlar doğal" dediği sakinleştiriciler ürettiği için hapse atılmıştı.onu çeken kameralara;
-"herşey doğal yaşamı koruma derneğine üye olmak içindi"diye bağırmıştı.hapishanede Polisle bir kaç kere daha işi pişirdiğini düşündüğümüzde oldu.
asıl önemli olan aile ferdlerinin en büyükleri olan Anne ve Babaydı.Anne Babadan büyüktü ve daha önce iki kez daha evlenip boşanmıştı.söylentiler ilk eşinden hala boşanmadığı dorultusunda baya boy gösterdi ama sonradan ilk eşinin kurbağa avında pis göle düşüp zehirlendiği,bir kaç ay sonrada öldüğünü öğrenmiştim.bu beni biraz da olsun üzmüştü çünkü kasabanın ilk ve son kurbağa avcısı saygınlığını fazla göremeden diğer tarafa gitmişti bile.
Annenin bir de ikinci kocasından bir tane nurtopu gibi,Manken Bacaklı Kızı vardı.ama kolej parasını ödemesi için japonyada hayat kadınlığı yapmak istediğinde Anne;
-"başka ülke bulamadın mı?"diye dalga geçmişti.ama Manken Bacaklı Kızı Annenin alaylarına oralı olmadan japonyaya gitmişti ve epey zengin olup orda sadece su ürünlerinden üretilen bakım kremleri fabrikası açmıştı.Anne ondan bir daha haber alamadı ve ikinci koca zaten başka bir kadınla evlenip çiftçiliğe başlamıştı.
Baba ise tam bir anne kuzuymuş küçükken,bana Kızı çimen suyu içtiğim bi gün uzun uzun anlatmıştı.Anneyi görünce ona direk tutulmuş.ve onunla evlenmek için bir sürü numara yapmış.Anne de sonralarda;
-"aslında bu kadar numaraya gerek yoktu,zaten boştaydım"demiş Babaya.Babaya biraz koymuş bu ama belli etmemiş.Babanında deve kürkü ithal etme macerası bu olaydan doğmuş hatta.Anne böyle diyince üzülen Baba köpek balığı yağı ticareti yapma isteğini biraz geride bırakarak iki günlüğüne kaçak olarak mısıra gitmişti.orda develerden çok etkilendiği için burda kürkünü ithal etmeye başlamış.çok işlevliymişler çünkü.onu anlamış ve;
-"ister yere at halı yap,ister üstüne at yorgan yap"demişti Baba.onlara yardımcı olıyım diye yan komşularımı ikna edip onlara bi tane aldırdığımı hatırlıyorum.Baba bana gazete almaya giderken teşekkür etmişti.onlarada gazete almıştım.bir de bana hep,dördüncü sokakla yedinci sokağın birleştiği noktada rastlardı;
-"köpek balığı yağı ticareti yapmama az kaldı."derdi.gülümserdim ve bişey demeden sekizinci sokaktan yürümeye devam ederdim o da dördüncü sokaktan kargoya giderdi,deve kürklerini almaya.
Anne tam bir anneydi ama.hiç bi iş yapmazdı.yine de bi ara ev ev,kapı kapı dolaşıp hayvanların üzerinde denenmiş kozmatik zımpırtıları sattığını duydum.bana hiç uğramamıştı.eğer gelseydi alıcaktımda.o işten ayrılan Anne arka komşuma;
-"bu mallar hayvanların üzerinde daha güzel duruyor,size satmak istemiyorum"diyip bütün malları ormana dökmüştü.bunu duyan etraf sakinleri bir kaç gün sanki kiraz toplar gibi,etrafta kozmatik zımbırtısı toplamışlardı.eğer çocuk bezi takma yarışmasında finala kalmasaydım ben de gitmeyi planlıyordum.ama allahtan diğer komşum bana az kullanılmış guguk kuş özlü mor bir ruj bulabilmişti.
en sonunda da Kız japonyaya Manken Bacaklı Kızı aramaya gitti(hayat kadını olma düşüncesi ona cazip gelmişti).Poliste onun peşinden gitmiş çünkü Kız daha onaltı yaşını bile doldurmamıştı ve bununla birlikte pasaportsuz olup,kimsenin bulamadığı bir virüsü taşıdığı saptandı.bazıları Polisin geri dönmediği ve Kızla evlendiğini bile söylüyorlar.çünkü virüs eskiden erkek olan kızlara fazla bulaşmıyormuş.
Baba ise;Anneyi,beyinsiz Erkeği ve Oğlanı hayvanat bahçesine kapatıp mısırda deve boku temizlikçiliği yapmaya başladı.(bu son cümle aynen kalmalı,çok uygun oldu)
...
1.bölümün sonu.

mantar üstü beneklerini çalan hırsızları avlama notları-2

Yapabileceği fazla şey yoktu.belki bir kaç meyve karışımı ama sadece o kadar.
sabahları yatağından kalktığında ilk işi yüzünü yıkamak yerine dua etmek olmuştu.
-"lütfen sular kesik olmasın"
hayat şartları onu zorlaması gerektiğinden fazla zorlamaya başladığında her zaman yarın daha güzel olucak diye düşünür ve;
-"yarın,sadece bir gün uzaktasın"derdi.
ama yarın asla tam anlamıyla gelememişti.
artık düşünmeyi bırakmalı ve sadece hareket etmeliydi.
"ne kadar çok düşünürsen o kadar çok durursun"
sessizliği gördüğünü söylerdi ve yalnızlığı sevdiğini.
hayatın insanlara aslında hiç bişey katamadığını,insanların hayata bişey katabildiklerini düşünürdü.insanlar onu kendilerinden soyutlayıp,onu aslında mutlu eden yalnızla başbaşa bıraktılar o da zamanını kitap okumakla geçirmeye karar verdi.bir sürü okudu da.çok şey öğrendiğini düşünmesede yararı olmadığını inkar edemezdi.şiirlere de sardı ki güzelde yazardı;
-"ağlamaya utanacakları şiir yok."derdi.
-"aslında herkes yazabilir,ama herşey okunmaz."
fazla konuşmamasına rağmen çok anlam yüklü cümleleri vardı ve insan onu bir an olsun bile çok konuşuyor sanabilirdi.en sevdiği rengi sorduğumuzda;
-"mavi"derdi.
-"ve gökyüzümü mavi yapması için güneşe ihtiyacım yok."
renkleri sadece görmez onları genelde hayal ederdi.bunun için evinin duvarları camdandı.
-"hangi rengi görmek istersen,onu görebilirsin."
bu olay onun biraz başını ağrıtmıştı ama etraftaki renk yiğicilere tepkili olduğunu hem böyle hem de;
-"renkler artık tam anlamıyla yok,ama her zaman hayatta hayallere yer vardır."diyerek gösterirdi.
çok geçmeden komşu çocukları camlara taş atarak evini yıkmışlardı.ve gülümsedi;
-"cesaretli olmayan çocuk yıldızsız geceye benzer."
sabırlıydı anlıcağınız.gereksiz bir sempatisi vardı.parası azdı.giyilebilecek az ve kötü şeyleri olmasına rağmen aslında her zaman bir gülümseme görülebilirdi yüzünde ve insanları;
-"yüzünde bir gülümseme olmadan asla iyi giyinmiş sayılmazsın"şeklinde çaktırmadan iğnelerdi.
karşısındaki insanlara her zaman belirli cümlelerle kırmaya değilde,onları düşündürecek cümlelerle beyinlerini yormaya çalışarak uğraşırdı.ne de olsa en sevdiği renk maviydi ve yıldızlardan hoşlanırdı.
en son hindistanda görülmüştü.(bu yer önemli bir ayrıntı)
[kişi adı:Sabır Taşı]
2.bölümün sonu.

mantar üstü beneklerini çalan hırsızları avlama notları-3
Göreceli Adam vardı.çok sessizdi ama kimileri onun çok komik ve de çok konuşkan olduğunu söylüyordu.bunun nedenini ona sorduğumuzda kimilerine hiç cevap vermiyor,kimilerine de;
-"yanlış biliyosunuz ben hep konuşurum ve komiğimdir."diyordu.
yetmişiki yaşında annesi vardı ve kendisi kırkiki yaşındaydı.
körler okulundaki hademeliğinden ayrıldığında daha henüz otuziki yaşındaydı.bana hep;
-"yapıcak şey var mı ki biz yapmıyoruz?"derdi.ve yirmiiki yaşında bir Hatuna aşıktı.bu Hatun;yukarı mahhalledeki en lüks meyve-sebze işinde ilerlemiş olan restoranda degüstatör olarak çalışırdı.hep mini etek giyerdi ve dudaklarının rengi kendinden kırmızıydı.onunla arkadaş olmaya çalıştığım zamanlarda daha yirmiiki yaşında olduğumu hatırlıyorum,Hatun da yirmiiki ve Göreceli Adam da otuzikiiki yaşındaydı.
arkadaşlık kolay kurmuştum çünkü ben onun konuşkan ve de komik olduğunu bilen 'kimileri' arasındaydım.
neyse,Hatunun sonradan başka bir takıldığı insan olduğu ortaya çıkmıştı.savunması ise;
-"meyvelerle iyi anlaşıyor"olmuştu.adamın daha kim olduğu bulunamadı.ama ona bunu diyince o yine;
-"bir gün karşınıza çıkar"diyordu.sonuç olarak üç ay üç gün boyunca onu aldattıktan sonra Göreceli Adama geri döndü ve Göreceli Adam da onu affetti.
-"hayvan kürklerinde uyumayı seviyor."dedi.ilk başlarda anlam veremedik.(ama sonra vericeksiniz.)
Göreceli Adamın minik bir çöp öğütücü dükkanı vardı.uzun yıllar orda çöp öğüttükten sonra mağazasını büyülterek kitapçı yaptı.tabii ben bunu elimde dört torba çöple onun mağazasına gittiğimde öğrendim.gelişimin adına bana bir kitap hediye etmişti.;
-Poşet Öldürenler Sokağı.
bu kitabı baya kişiye önerdiğimi hatırlıyorum ama sonra Kıza hediye olarak vermiştim.(Kızı hatıramıyorsan okumaya devam etmene gerek yok.)Kız ise çok beğenip bana kitabı nerden aldığımı sormuştu ben de ona;
-"Göreceli Adamdan aldım"demiştim.
bi kaç gün sonra Göreceli Adamın eskiden çöp öğütücü olan kitapçısına gittiğini ve orasının çok kötü kokmakla beraber adamında sessiz,sakin,sıkıcı mı sıkıcı biri olduğunu söylemişti.Kız onu sessiz,sıkıcı,sakin gören 'kimilerinin'arasındaydı ve çok şanssızdı.bunu ona söylediğimde çok üzülmüştü ki zaten bu olaylar onun japonyaya Manken Bacaklı Kızı aramaya gidiceği günlerde olmuştu.(duyumlara göre burdan ayrılıp japonyaya gitmeden önce son sevişitiği kişi Göreceli Adammış).
durun.kitaba geri dönelim.o öenmli bir ayrıntı.Göreceli Adam bana hediye etmeden önce onu okumuş ve kitabın en çok etkilendiği yeri;bir gün delirip kendi dükkanını yakan adamın sevgilisini boğup dereye atması ve sonra da küçük bi kızla oradan uzaklara gitmesiymiş.bana öyle demişti ve beni biraz korkutan hareketleri işte bu konuşma sonrasında başladı.Hatuna hep kötü davranıyordu ve Hatunda hep ;
-"eski takıldığım sevgilim böyle yapmazdı"diyordu.bu Göreceli Adamı daha da sinirlendirmişti ve gitgide içinde o adamı bulma isteği doğuruyordu.(tabii aslında bir şekilde adamı araştırdı ve herkes bulduğu dedikodusunu yaymıştı.)
uzun süre aralarındaki bu gerginlik devam etti ve Göreceli Adam kitapçısını yakarak mısıra gitti.Hatun hayvanat bahçesinde bitki işleri müdür yardımcısı olarak işe girdi.
3.bölümün sonu.
(ayrıntılar önemli)

you're so nice and you're so smart

*(gummo)


I was quiet as a mouse
when i snuck into your house
and took roofies with your spouse
in a nit and out a louse
and lice are lousy all the time
they suck your blood drink your wine
say shut up and quit your crying
give it time and you'll be fine

you're so nice and you're so smart
you're such a good friend i hafta break your heart
tell you that i love you then i'll tear your world apart
just pretend i didn't tear your world apart

i like boys with strong convictions
and convicts with perfect diction
underdogs with good intentions
amputees with stamp collections
plywood skinboards ride the ocean
salty noses suntan lotion
always seriously joking
and rambunctiously soft-spoken
i like boys that like their mothers
and i have a thing for brothers
but they always wait til we're under the covers
to say i'm sure glad we're not lovers

you're so nice and you're so smart
you're such a good friend i hafta break your heart
tell you that i love you then i'll tear your world apart
just pretend i didn't tear your world apart

i like my new bunnysuit
i like my new bunnysuit
i like my new bunnysuit
when i wear it i feel cute

June 1, 2009

k

fuckbuddy


artık sana mahkümum.kendimi çok kötü hissediyorum.

i drink milk every day