Gitmişliğimde uzaklara yakınlık vardı bir an aramızda
kırmızı şarap, cheng, biraz da köri hoppala.
Sonrası söylenmemiş sözler manifestosu,
kusmuk çiş falan değil bildiğin özlem morotunu, 11katlama abicim.
Zilyon tane kameram kör sonra gerçeğin ta kendisi buradayken,
Delirmiş pembe güller yazarken kimliği ısrarsızca, beni yine bana koklatmıyorum, sinirim sihrime dolanıyor, hiç bir kahrı kendime yakıştırmıyorum.
Dikizliyorum sokaktan içerileri, Uzay apartmanı kat bir önündeki deftere tikelli.
Sonra çiğdem yiyen iki Çinli geçiyor yanımdan, o sıra altı su dolmuş oynak tuğlalar senfonisi kafsinkafti.
yarım ayın seyrek aydınlığında, tüm gün kocaman iş makinelerinin yıktığı binanın eskimiş beton kokusu genzime soğuyor,
gelmeyen tek bir cevabın titrek gölgesi, kaygıma aynalanıyor ay sonu sanki.
işte evet evet onlar! tüm gün ses yapmıştı bu piçler! yıkmak için cıvık geçmişleriiiii.
bense bir cep dolusu sessizliği arıyorum bu fotoğraflarla;
gözünle gördüğün, bildiğin bi şeyin gidişiyle bırakılan izdeki sessizliği..
dolu ama kelimesiz.
peki ya iki cennetin?
esat'a.