if theres a bustle in your hedgerow
dont be alarmed now,
its just a spring clean for the may queen.
yes.. there are two paths you can go by
but in the long run
theres still time to change the road you r on.
and it makes me wonder.
your head is humming and it wont go
in case you dont know,
the pipers calling you to join him,
dear lady can you hear the wind blow,
and did you know
your stairway lies on the whispering wind.
October 26, 2009
October 21, 2009
October 12, 2009
Mesi(yedi)
sigarasını yavaşça ve kendine bile çaktırmadan yaktı.ama duman bir anda alanı sarmıştı.adam fazla tedirgindi,bişey olmayacağı halde;her an bişey olucak gibi davranır,yapıcaklarını bir an önce bitirmeye çalışırdı.
hem de fazla yaptığı bişey olmamasına rağmen..
bir askısı,bembeyaz omuzundan aşağı,narin bir saç teli edasıyla,sallanıyordu.omuzlarından
çenesinin başladığı yere kadar olan bölge,insanın hiç unutamayacağı bir güzellikte parlıyor ve doyumsuzluğu açlığa çevirebilecek kadar huzur kokuyordu.göğüslerinin arasına kadar sarkan altın zincirin ucundaki minik,uzaktan ne olduğu belli olmayan şey,yaprak,sessizliğin simgesiymişcesine,hafif hareketleriyle sallanışı;sonbahar rüzgarlarını anımsatıyordu.adam hala telaşlıydı.kızın diğer askısının süt tenindeki minik düşüş hareketi;geçmiş yaşamda yitmiş bir şeyi araya araya,adamın keskin çığlığını kulaklarında çınlattı.
etraf artık daha da duman kokmaktaydı.tıpkı iğrenç tuzlu suda yüzmeye çalışan yarı ölü yarı baygın balığını kokusu gibi burunlarında bir nefretliğe ulaşan oda;durulmayacak bir hal almıştı.adama bu koku nedensiz şekilde geçmişini anımsatıyordu.buram buram onu takip eden,pis kokulu geçmişinden bıkmış olan adam bir anda-her zaman ki gibi telaşla ayağa fırladı.kız
kafasını ona kaldırıp bulunduğu durumu gözden geçirdi,şeffaf renkli ellerini omuzlarından sallanan askılarına teker teker götürüp onları olması gereken yere yerleştirdi.
-"bir sorun olmalı?"dedi.seside teni gibi hiçliği aydınlatan bir güce sahipti.
-"evet,olmalı"dedi adam.hala olan şeylerin hayalliğini ve gerçekliğini ayırmakta zorluk çekiyordu,kıza yakınlaştı ve kokusunu içine çekti.
-"belki de başka bir yerde olsak daha sakin olabilirsin?"dedi kız.kelimeleri yavaşça söylüyordu ve onu dinleyenler kendi konuşmalarından soğuya bilirdi bile.
-"olur"dedi adam.bu sırada bacaklarının altında olan ayaklarını haketmediği pislikteki yere indirip odada-kapıya kadar süzüldü,elinle ve gözleriyle adamın onu takip etmesi gerektiğini bes belli anlatmıştı.
adam ayağa kalktı ve hala telaşlıydı.
kızı takip etmenin verdiği ezici ve nerden geldiği belli olmayan hislerle adımlarını titrek attı.kız kapıyı ufak dokunuşlarıyla itti ve kapının yanındaki düğmeye basarak ışığı açtı.
oda;fazla beyazdı.ve fazla boş.
gökyüzünün olabileceği en şirin açık mavi tonundaki çarşafı,içinde ne kadar nefret olursa olsun,onları bir anda yok etmeye yarar konumdaydı.duvarlarının rengi kızın renginden güzel bir beyazlıkta olmasada insanı beğendirmeye iten bir güçle-ışığın yardımı ile parlıyordu.
adamın ilgisini odanın en uç köşesindeki üzerinde bir kaç kitap olan kitaplık çekmişti.içinde bir anda onun okuduğu her kitabı okuma isteği doğdu.hızlı adımlarla oraya ilerledi.tam kitaplığa ulaşacaktı ki bir anda kızın çıkardığı,kulağı fazla yormayan ses ile arkasını döndü.
kız pencereyi sonuna kadar açıp,su yeşili perdesini kapatmıştı.içerisi şimdi dışarıdan gelen yağmurun ıslattığı toprak kokusuna hapsolmuştu.
-"ne güzel koku"dedi kız.kendini yatağa attı ve yüzündeki gülümsemeyi hiç bozmadan sözüne devam etti:
-" nasıl da rahatlatıcı.di mi?"
adam kitaplığa gidiş amacını bile unutmuştu şimdi,geri döndü ve hafiften bile olsa gülümsemeye çalıştı.
-"evet,sanırım"dedi.ama kokuyu duyamamıştı bile.ne kokusundan bahsettiğini bilmeyi arzuladı.
kızın yanına oturdu.kızın gözlerinin sarılığında bir kaybetmişlik gizli gibiydi.
üzerindekileri çıkarttı,ve düzenlice katlayıp yastığının yanına koydu.şimdi adamın gözleri titrek ve çekingendi.
kız yumuşak ellerini adamın belinde gezdirerek,ona farkettirmeden gömleğinin düğmelerini açtı,onun da tenin rengi koyu sayılmazdı ve tenin pürüzsüzğü kızın gözlerine ve avuç içlerine kaydolmuştu.
sessizliğin rahatsızlığı başlamıştı beyinlerinde,gülücüklerin anlamsızlığının ve sözcüklerin sahteliğinin verdiği acı soğuk ellerinde belirdi,adamın.kız ise nerden geldiği belli olmayan bir sıcaklıkla adamı ısıtmaya devam etmekteydi.
olması gereken,yine olmaması gereken zamanda ilerliyordu.
çok zaman geçtikten sonra ilk önce adam uykuya daldı.ve ilk o uyandı.kızın beyazlığıyla çarşafın dağınıklığı gözünü karıştırmaktaydı.
kitaplığa yürüdü ve zarfı dördüncü rafa bıraktı.kitaplara bakmak aklından bile geçmemişti.sessizce odadan çıkıp merdivenlere yöneldi.sokağın kulaklarını öldürdüğü pis sesinde düşündüğü tek şey;acaba yeterince para bırakmış mıydı?
yağmur damlalarının soğukluğunu bile hissetmeden evin yolunu tuttu;
hızlıca ve telaşla..
hem de fazla yaptığı bişey olmamasına rağmen..
bir askısı,bembeyaz omuzundan aşağı,narin bir saç teli edasıyla,sallanıyordu.omuzlarından
çenesinin başladığı yere kadar olan bölge,insanın hiç unutamayacağı bir güzellikte parlıyor ve doyumsuzluğu açlığa çevirebilecek kadar huzur kokuyordu.göğüslerinin arasına kadar sarkan altın zincirin ucundaki minik,uzaktan ne olduğu belli olmayan şey,yaprak,sessizliğin simgesiymişcesine,hafif hareketleriyle sallanışı;sonbahar rüzgarlarını anımsatıyordu.adam hala telaşlıydı.kızın diğer askısının süt tenindeki minik düşüş hareketi;geçmiş yaşamda yitmiş bir şeyi araya araya,adamın keskin çığlığını kulaklarında çınlattı.
etraf artık daha da duman kokmaktaydı.tıpkı iğrenç tuzlu suda yüzmeye çalışan yarı ölü yarı baygın balığını kokusu gibi burunlarında bir nefretliğe ulaşan oda;durulmayacak bir hal almıştı.adama bu koku nedensiz şekilde geçmişini anımsatıyordu.buram buram onu takip eden,pis kokulu geçmişinden bıkmış olan adam bir anda-her zaman ki gibi telaşla ayağa fırladı.kız
kafasını ona kaldırıp bulunduğu durumu gözden geçirdi,şeffaf renkli ellerini omuzlarından sallanan askılarına teker teker götürüp onları olması gereken yere yerleştirdi.
-"bir sorun olmalı?"dedi.seside teni gibi hiçliği aydınlatan bir güce sahipti.
-"evet,olmalı"dedi adam.hala olan şeylerin hayalliğini ve gerçekliğini ayırmakta zorluk çekiyordu,kıza yakınlaştı ve kokusunu içine çekti.
-"belki de başka bir yerde olsak daha sakin olabilirsin?"dedi kız.kelimeleri yavaşça söylüyordu ve onu dinleyenler kendi konuşmalarından soğuya bilirdi bile.
-"olur"dedi adam.bu sırada bacaklarının altında olan ayaklarını haketmediği pislikteki yere indirip odada-kapıya kadar süzüldü,elinle ve gözleriyle adamın onu takip etmesi gerektiğini bes belli anlatmıştı.
adam ayağa kalktı ve hala telaşlıydı.
kızı takip etmenin verdiği ezici ve nerden geldiği belli olmayan hislerle adımlarını titrek attı.kız kapıyı ufak dokunuşlarıyla itti ve kapının yanındaki düğmeye basarak ışığı açtı.
oda;fazla beyazdı.ve fazla boş.
gökyüzünün olabileceği en şirin açık mavi tonundaki çarşafı,içinde ne kadar nefret olursa olsun,onları bir anda yok etmeye yarar konumdaydı.duvarlarının rengi kızın renginden güzel bir beyazlıkta olmasada insanı beğendirmeye iten bir güçle-ışığın yardımı ile parlıyordu.
adamın ilgisini odanın en uç köşesindeki üzerinde bir kaç kitap olan kitaplık çekmişti.içinde bir anda onun okuduğu her kitabı okuma isteği doğdu.hızlı adımlarla oraya ilerledi.tam kitaplığa ulaşacaktı ki bir anda kızın çıkardığı,kulağı fazla yormayan ses ile arkasını döndü.
kız pencereyi sonuna kadar açıp,su yeşili perdesini kapatmıştı.içerisi şimdi dışarıdan gelen yağmurun ıslattığı toprak kokusuna hapsolmuştu.
-"ne güzel koku"dedi kız.kendini yatağa attı ve yüzündeki gülümsemeyi hiç bozmadan sözüne devam etti:
-" nasıl da rahatlatıcı.di mi?"
adam kitaplığa gidiş amacını bile unutmuştu şimdi,geri döndü ve hafiften bile olsa gülümsemeye çalıştı.
-"evet,sanırım"dedi.ama kokuyu duyamamıştı bile.ne kokusundan bahsettiğini bilmeyi arzuladı.
kızın yanına oturdu.kızın gözlerinin sarılığında bir kaybetmişlik gizli gibiydi.
üzerindekileri çıkarttı,ve düzenlice katlayıp yastığının yanına koydu.şimdi adamın gözleri titrek ve çekingendi.
kız yumuşak ellerini adamın belinde gezdirerek,ona farkettirmeden gömleğinin düğmelerini açtı,onun da tenin rengi koyu sayılmazdı ve tenin pürüzsüzğü kızın gözlerine ve avuç içlerine kaydolmuştu.
sessizliğin rahatsızlığı başlamıştı beyinlerinde,gülücüklerin anlamsızlığının ve sözcüklerin sahteliğinin verdiği acı soğuk ellerinde belirdi,adamın.kız ise nerden geldiği belli olmayan bir sıcaklıkla adamı ısıtmaya devam etmekteydi.
olması gereken,yine olmaması gereken zamanda ilerliyordu.
çok zaman geçtikten sonra ilk önce adam uykuya daldı.ve ilk o uyandı.kızın beyazlığıyla çarşafın dağınıklığı gözünü karıştırmaktaydı.
kitaplığa yürüdü ve zarfı dördüncü rafa bıraktı.kitaplara bakmak aklından bile geçmemişti.sessizce odadan çıkıp merdivenlere yöneldi.sokağın kulaklarını öldürdüğü pis sesinde düşündüğü tek şey;acaba yeterince para bırakmış mıydı?
yağmur damlalarının soğukluğunu bile hissetmeden evin yolunu tuttu;
hızlıca ve telaşla..
October 5, 2009
say:now he doesn't make sense
şu sıralar bazı yumuşak hisli yoklukların arasına gizlenmiş minik parlaklıktaki hayallerinden bahsetmekten başka yaptığı bişey yoktu.biraz gerinir ve geriye dönerdi.gördüğü şeyleri anımsar duyduklarını bir daha işitirdi.sigara dumanı artık gözlerini ıslatırdı,hafiften de burnunu yakardı.
fikirlerinin saydamlığı,zorlukların gerçekliğinden de acıtırdı canını.her gün biraz daha ondan,ondan öncekinden ve ondan sonrakinden kaçardı.
"aslında o,biraz da olsun bazılarının yerine geçebildi."
"ve şimdi de olması gerektiğinden de fazla duraksanmaya değer görünen hiçlikti"
çok şey alınmıştı,bi o kadar da verilmişti.ama hayal edilenler sadece bir kaç şarkıdan ibaret şekilde duvarda asılı kaldı,duvarlar da her zaman sararıktı.kitaplar ya yırtılmış ya da yakılmış olmayı,bu kadar da haketmemişti;üzülmektense,özlemeyi tercih eden toz taneciklerindeki hüzünlü havalı koklaya koklaya.
bilgisizliğin unutkanlığa karıştığı minik odacıklardaki çaresizlik bakışları ısıtırdı heryerini,belki de görülmesi gereken şeyleri zaten görmüş olduğunu savunduğundandı bu sesleri önceden tahmin edebilen kulaklarının kısıklığı.
ya da ormanın doğal seslerinde dansedebilen hayvanlar eşliğinde yaptığı söyleşi formundaki toplantılarının izleri vardı göz kapaklarında.bilemiyorum..
"gözlerimi kapatırsam,senin burda olduğunu unutacağımdan korkuyorum"
"kaybolan bir tek sen değilsin,bak saçlarım nasıl da dökülüyor;yapraklardan da çok hemde.bak sesler bazen ne kadar da hızlı,yakalamak için koştuğunu sen de benim kadar farkındasın.
hayallerin nasıl da yapmacık.nasıl da silinik."
her zaman devam edebilen şeylerin arkasından giderdi.aslında sevdiğini sandığı şeyler;aslında gerçekten sevdiği şeyleri saklamaya yetebilecek güçte olsa da,neyi sevip neyi sevmedğini bir o bilir gibi yapardı.
her günden ayrı nefret eder,ayrı ayrı severdi.
"günü kurtarmayı seven insanlar;her seferinde bir gün yaşarlar,öldüklerinde ise sadece bir kaç günlüktürler."
"yerine getiremeyeceğin dilekler tutma,ya da getiremiyeceğine inanıyorsan kimseye söyleme."
daha hızlı uyuyabilmek için göz bandı takar,sabahlarıda gece sanardı.
ve artık rüyalarda yaşlı bir insandı.
fikirlerinin saydamlığı,zorlukların gerçekliğinden de acıtırdı canını.her gün biraz daha ondan,ondan öncekinden ve ondan sonrakinden kaçardı.
"aslında o,biraz da olsun bazılarının yerine geçebildi."
"ve şimdi de olması gerektiğinden de fazla duraksanmaya değer görünen hiçlikti"
çok şey alınmıştı,bi o kadar da verilmişti.ama hayal edilenler sadece bir kaç şarkıdan ibaret şekilde duvarda asılı kaldı,duvarlar da her zaman sararıktı.kitaplar ya yırtılmış ya da yakılmış olmayı,bu kadar da haketmemişti;üzülmektense,özlemeyi tercih eden toz taneciklerindeki hüzünlü havalı koklaya koklaya.
bilgisizliğin unutkanlığa karıştığı minik odacıklardaki çaresizlik bakışları ısıtırdı heryerini,belki de görülmesi gereken şeyleri zaten görmüş olduğunu savunduğundandı bu sesleri önceden tahmin edebilen kulaklarının kısıklığı.
ya da ormanın doğal seslerinde dansedebilen hayvanlar eşliğinde yaptığı söyleşi formundaki toplantılarının izleri vardı göz kapaklarında.bilemiyorum..
"gözlerimi kapatırsam,senin burda olduğunu unutacağımdan korkuyorum"
"kaybolan bir tek sen değilsin,bak saçlarım nasıl da dökülüyor;yapraklardan da çok hemde.bak sesler bazen ne kadar da hızlı,yakalamak için koştuğunu sen de benim kadar farkındasın.
hayallerin nasıl da yapmacık.nasıl da silinik."
her zaman devam edebilen şeylerin arkasından giderdi.aslında sevdiğini sandığı şeyler;aslında gerçekten sevdiği şeyleri saklamaya yetebilecek güçte olsa da,neyi sevip neyi sevmedğini bir o bilir gibi yapardı.
her günden ayrı nefret eder,ayrı ayrı severdi.
"günü kurtarmayı seven insanlar;her seferinde bir gün yaşarlar,öldüklerinde ise sadece bir kaç günlüktürler."
"yerine getiremeyeceğin dilekler tutma,ya da getiremiyeceğine inanıyorsan kimseye söyleme."
daha hızlı uyuyabilmek için göz bandı takar,sabahlarıda gece sanardı.
ve artık rüyalarda yaşlı bir insandı.
September 21, 2009
böyle şeylere varım

böyle esintili günlere çok varım.hele bir de içine içine giriyosa hava,yavaştan uyuşmuşsa gözlerin.
ellerin titremeyi özlemişse,saçların birbirine karışıyorsa ve gülümsüyorsan,ben varım.
bardağı yavaşça masaya bırakıp ayağa fırladı.
-"görebiliyor musun?"dedi.oda fazla aydınlık değildi ve aslında o da tam anlamaıyla göremiyordu,hissedebiliyordu.
-"neyi?"dedi karşısında duran yüzü hüzne müsayit adam.
-"rüzgarı?"
epey düşündü,ellerini havaya kaldırıp odanın içerisinde bir o yana bir bu yana salladı,narince ama.hissetmekte zorluk çektiğini belli edercesine ona döndü ve kafasını indirdi.
-"olsun"dedi.
şimdi ise ikisi aynı koltukta oturmuş birbirine bakıyorlardı.kızın saçları uçusuyordu ama adamda tık yoktu.uzun bir süre sonra kız bi anda ayağa fırlayıp uçuşan eteğini tuttu.
-"nasıl olurda hala hissedemezsin"diye yakınıp durdu,bir sigara yaktı.
oğlan ise üzügünlüğünü beslemeye devam ederek odada dolanan sigara dumanını izledi,yayılan lavanta kokusu dikkatini çekti,ayağa kalktı ve kapıya yöneldi.
kız bi anda sinirlenerek;
-"gitmesi gereken benim"dedi.
-"gitmesi gereken bendim."
adamın yolunu keserek ona bir gülücük tattırdı.
-"böyle havalarda gitmesi gereken benim"dedi.adam ne yapıcağını bilemeden kızın elindeki sigarayı aldı.
-"iyi git o zaman".
odanın biraz daha karanlık olan köşesindeki eskimiş bordo kadife bi koltuğa oturdu ve izlemeye koyuldu;kız üzerine mavi yağmurluğunu geçirdi,ayakkabılarını giydi ve arkasını döndü;
-"keşke sen de hissedebilsen ve gülümsesen"dedi.sesinde bir titreklik falan yoktu,ve de düşünülmüş bir cümle de değildi.aniden çıkmıştı ve kararlılığı adamı biraz da olsun düşündürmüştü.
yavaşça kapıyı kapattı.ve saçları bulutlarla buluştu.
adam hala hissedemiyordu ve farkına varamıyordu.
kız şimdi dışarıda rüzgarla fısıldaşıyordu.
September 9, 2009
life is easy


tek isteği renklerde kaybolmaktı.
zorluluğun içindeki sinsilik yıktı beni geceleri.
ve bazen olmam gereken yerde-yatağımda-değildim.ellerimden dökülen biraz turuncumsu saç telleri üzdü beni.
dedi ki;
nerde kaldın?
aslında ağacın dalları birazda olsun bacağımı kanatmaya yetmişti.beyaz çorabım şimdi ise bilinmez yerlerden gelenlerdendi.
eğilip kırılmamış dalları toplamamı istedi.
eteğimin rengi onu biraz endileşelendirmişti ve az dal verince ayaklarıma kızıp beyaz çorabımın geri kalan beyazlığını yok etti.
bazı güçleri vardı ve nereden geldiğini düşünmeyecek kadar akıllı sayılırdım.
bazense elindeki ağsasını kafama dokundurur ve beklerdi.çok korkardım.
derdi ki;
biraz daha kum tanesi.
anlayamazdım.
ne garip!dedim.
nasıl da etrafımızı sarmışlar!
arada bir onun yanında olduğum zamanlarda bana hep güvende olucağımı hatırlatırdı,ben her seferinde unuturdum bunu.
unutuyorum.derdim.kızardı bana ve gelecekteki geçmişimi vurgulardı yüz hatlarıyla.kafam karışırdı,dinleyemezdim,sadece hayal edebilirdim.
bazense hayal etmenin aslında bana getirisi değil de büyük ölçüde götürüsü olduğunu fısıldardı.
oralı olmazdım.
dalları bir eline alıp koşturmaya başladı.
nereye?dedim.
neden?dedim.
bu sefer o oralı olmadı,gülümseyerek uzaklaştı.
ne garip!dedim.zaten hep derdim.
görmek istediklerinle gördüklerin nasıl da farklı,nasılda mosmor.
aman.dedi.
sen kafana takma,neyseki görücek çok şey var,içicek çok renk.
aman.dedi.
sen şöyle bi uzan,nasıl olsa çok vakit var,yatıcak çok saman.
anlayamadım.
asasını yaktığını görünce,biraz da olsun farkına vardım.
yapıcak çok şey var,yakıcak az şey.
onu bunu geç.dedi.
hızlı yürü,ayağına basıcam.
ne garip!dedim.
bak güneş hala aynı yerde.
sırıttı,ilk defa anladım ki son büyüsünü yapmıştı.
saat hep aynı kaldı.
September 2, 2009
-"ben öyle göründüğünü sanmıyorum"dedim.fazla emin değildim.ve gözlerimi karşımdaki kişinin gözlerine dikmiş,cevabını bekliyordum.ama onun daha hiç birşeyden haberi yok gibiydi.biraz bekledi.sanki bakışlarım onu kuru elini havluya sürdüğündeki içinin kalkması gibi rahatsız etmişti.
-"düşüncelerin,aslında olmayan şeylere çalışmasaydı,belki,bir işe yarayabilirdi."dedi.aslında beni iyi anlamıştı ama farkında değildi ve şimdi de böyle bir cümleyi nasıl kullandığını düşünür gibiydi.
-"haklısın"dedim.haklıydı da.ama farkında değildi.
yorgunluğun ona uyku getirmediği sabahlarda,her zaman,beni arardı.arada bir sadece susar ve sesimi dinlerdi.
-"haklısın"dedim.gömleğinin yakaları çok muntazam duruyordu ve onun öyle bir havası vardı ki;herşeyi bilir,herşeye bir cevabı var,herşeyin başı sanabilirdin.
çok geçmeden bana döndü,bu sefer sadece bakıyordu,tıpkı akşamları yatağında rahat edemediğinde bana gelip beni uzun süre izlediği geceler gibi.birşey söylemek istiyor gibiydi ama daha durumdan fazla haberdar değildi.
-"ya sana,aslında senin sen olmadığını söylersem,bana ne cevap verirsin?"dedim.aniden bakışlarını benden uzaklaştırıp,sanki bişeyleri anımsamaya çalışırmışcasına uzaklara baktığını farkettim.
-"sakın söyleme"dedi.vazgeçmiştim ve kurduğum düşüncezislik oyunlarının parçalarını toplamak için yanlış kişiyi seçtiğimi anladım.
-"fazla düşünme"dedim.şimdi ise üzgündü.nedenini onun bile bilmediği bir hüzün yayıyordu odaya,gözlerimin içinden beynime kadar giden anlamsızlık yollarını sular basmıştı.
-"fazla üzülme."dedim.
çok geçmeden ayağa kalkıp bakışlarımı izledi.hala yerdeydim ve sigaram hala bitmemişti.
-"gidiyorum"dedi.zaten zamanıda gelmişti.fazla kafa karıştırıcı abuk subuk düşüncelerin gölgesinde ona çok yer yoktu;bunu anlayabilmişti.bir kaç adım attı,kapıya yakınlaştı ve bana döndü;
-"eğer benden sonra da birini yaratıcaksan,benim kadar herşeyden habersiz olmamasını diliyorum."dedi.
muhtemelen merdivenleri hızlı inmişti ve sokağın karanlığıyla sisi arasında kaybolup gitmişti.
hala beynimde onun bana ilk kurduğu cümle gidip geliyordu ve anıları şeffaf bir kalemle beynime girmişti.
-"eğer sen,sen olmak istersen,sadece sen ol ve senin gibilerden uzak dur."
(for anyone)
-"düşüncelerin,aslında olmayan şeylere çalışmasaydı,belki,bir işe yarayabilirdi."dedi.aslında beni iyi anlamıştı ama farkında değildi ve şimdi de böyle bir cümleyi nasıl kullandığını düşünür gibiydi.
-"haklısın"dedim.haklıydı da.ama farkında değildi.
yorgunluğun ona uyku getirmediği sabahlarda,her zaman,beni arardı.arada bir sadece susar ve sesimi dinlerdi.
-"haklısın"dedim.gömleğinin yakaları çok muntazam duruyordu ve onun öyle bir havası vardı ki;herşeyi bilir,herşeye bir cevabı var,herşeyin başı sanabilirdin.
çok geçmeden bana döndü,bu sefer sadece bakıyordu,tıpkı akşamları yatağında rahat edemediğinde bana gelip beni uzun süre izlediği geceler gibi.birşey söylemek istiyor gibiydi ama daha durumdan fazla haberdar değildi.
-"ya sana,aslında senin sen olmadığını söylersem,bana ne cevap verirsin?"dedim.aniden bakışlarını benden uzaklaştırıp,sanki bişeyleri anımsamaya çalışırmışcasına uzaklara baktığını farkettim.
-"sakın söyleme"dedi.vazgeçmiştim ve kurduğum düşüncezislik oyunlarının parçalarını toplamak için yanlış kişiyi seçtiğimi anladım.
-"fazla düşünme"dedim.şimdi ise üzgündü.nedenini onun bile bilmediği bir hüzün yayıyordu odaya,gözlerimin içinden beynime kadar giden anlamsızlık yollarını sular basmıştı.
-"fazla üzülme."dedim.
çok geçmeden ayağa kalkıp bakışlarımı izledi.hala yerdeydim ve sigaram hala bitmemişti.
-"gidiyorum"dedi.zaten zamanıda gelmişti.fazla kafa karıştırıcı abuk subuk düşüncelerin gölgesinde ona çok yer yoktu;bunu anlayabilmişti.bir kaç adım attı,kapıya yakınlaştı ve bana döndü;
-"eğer benden sonra da birini yaratıcaksan,benim kadar herşeyden habersiz olmamasını diliyorum."dedi.
muhtemelen merdivenleri hızlı inmişti ve sokağın karanlığıyla sisi arasında kaybolup gitmişti.
hala beynimde onun bana ilk kurduğu cümle gidip geliyordu ve anıları şeffaf bir kalemle beynime girmişti.
-"eğer sen,sen olmak istersen,sadece sen ol ve senin gibilerden uzak dur."
(for anyone)
August 31, 2009
August 26, 2009
August 12, 2009
for molly
(rüzgarın tozları vurdu yüzüme,
sensizliği seninle yaşamaktan da acıydı.
ve yokluğun adını verdim sana,
uykusuzluğun sırrını,
huzursuzluğun acısını,
eskimişliğin kokusunu.
belki bazen gülümsersin diye,
renklerin masumluğunu,
biraz da kendi masumluğumu.
parmaklarını birbirine dolamak kadar kolaydım
gözünde,
parmaklarımı birbirine doladım önünde,
ve sen giderken ben,
gülümsedim yine.
özlemenin güzelliğini sen uyurken yaşadım,
ben uyurken sen,
her gece yaşadın.
her gece yaşıyorsun.
şirin tarafıma kilitledim tenimi,
özlemiyorum,
arada bir anımsıyorum;
ne kötü sarardın beni.
ne kötü içerdin sigarayı,
gözlerinin önünden geçen sinekleri sayardın.
üstelemenin doruklarına vardın,
artık uyanmasan bile olur;
yaşadığını hissettirecek renk kalmadı)
sensizliği seninle yaşamaktan da acıydı.
ve yokluğun adını verdim sana,
uykusuzluğun sırrını,
huzursuzluğun acısını,
eskimişliğin kokusunu.
belki bazen gülümsersin diye,
renklerin masumluğunu,
biraz da kendi masumluğumu.
parmaklarını birbirine dolamak kadar kolaydım
gözünde,
parmaklarımı birbirine doladım önünde,
ve sen giderken ben,
gülümsedim yine.
özlemenin güzelliğini sen uyurken yaşadım,
ben uyurken sen,
her gece yaşadın.
her gece yaşıyorsun.
şirin tarafıma kilitledim tenimi,
özlemiyorum,
arada bir anımsıyorum;
ne kötü sarardın beni.
ne kötü içerdin sigarayı,
gözlerinin önünden geçen sinekleri sayardın.
üstelemenin doruklarına vardın,
artık uyanmasan bile olur;
yaşadığını hissettirecek renk kalmadı)
August 4, 2009
tütün,tütün
söylenecek çok şey yoktu.
hızlı konuşmaktan yorulmadığını iyi bilen kişilerden duyduğum bir kaç gereksiz cümlenin dışında,geriye kalan fazla bişey olmamıştı.
-artık sen,sen olsanda ben seni tanımak istemiyorum.-
yavaş adımlar,uyuz dokunuşlar.demir parçasının ıslak dayanılmazlığının sinsiliği vuruyordu yüzüne,nefret edilmesi kolay bişeydin.
kafamı çevirdim,
yanındakinden nefret etmek de kolaydı,
ama elleri fena sayılmazdı.
-arkadaşının elleri çok güzel-
rüzgarın içine,sen istemesende dolması gibi bişeydi o,basitti biraz,rastgele olan hafif turunculuk katılmış bir gözkyüzü gibi.
eldivenlerin kayganlığı gibi yapış yapış gülüşün soğuttu beni sana sabahları,gözlerinin boşluğu ve sigara izmaritlerinin çokluğu.
..ardından gelen bir kaç melodi işitiyorsan,bazı anlarda,kafanı çevirip bakman gerektiğini sana düşündüren anıların varsa aklında,biraz dolanıp geri gelmek gözüne güzel görünmüşse,masadan kalkarken bak gülüşlere.gözlerini kaçırman bişeyi değiştiremiyorsa masanın altında bir sürü ayağı yalnız bırak,karışıklığı önlemeye çalışmadığın sıralarda bak mesela ağacın dallarına.
ama çok uzaklaşma.
havada beraber uçuşan sinekler seni arar yoksa.
..
/
denizi izledim.uzun bir süre.soğukluğun dalgalarla ardarda ayaklarıma çarpışını izledim,güneş gözlerimin önünde batmıştı.
çok üzülmedim.
gökyüzünün harikulade renklerini kıskandım.
ve uyuya kaldım.
/
gıcık seslerin tekrarlanması,hem de artarak ilerlemesi,beynini uyuştursa;
-ne iyi,ne hoş.
ama bulutlar pek güzel olursa,orda kal.
kutuları üstüste koysanda onlar hala kutudur.
cidden.
July 5, 2009
June 29, 2009
ondan bahsedebilseydim,ona bahsederdim1
öncelikle bişeyler anlatmaya çalıştı.birinden bahsetmek istiyordu ama cümleleri fazla güzel olmadığı için aklınızda resmini çizmeniz zor olur diye bu konu üzerinde epey düşündü.saat çok geç olmuştu,ama geçen saatlerde düşündüğü şeyler zamanını boşuna harcamasına değil de içten ve değerli geçmesine yol açmış gibiydi.kısık sesli fikirleri sadece birinin yüz hatlarından akarak ağzından çıkıyordu.
ellerinin minikliğinde gizlediği uçarı düşüncelerinde yüzmek istediğini söylerdi hep ve o çok yakışıklı derdi.ve de kibar.insanlar onun nereden geldiğini haykırabilir bile,ama asla cevap almayacaklarını bilerek.
yorgunluğu yüzüne yansıtmadan sorularına cevap verilebilir biriymiş o.kız öyle derdi.
onun öyle harikulade olduğunu farkettiğinde artık çok geçmiş ama,yolu olmayan kasabadan kaçmak isteyen yalın ayak bir genç kız misali beynini onun yönüne doğru çevirmiş olsada,gerçekten artık karmaya inandığını haykırsa da,yalın ayaktı.soğuk sulardan gelen bencil düşüncelerinin kurbanı olan kızlardan uzak durmak istediği zamanlarda oluyordu bunlar ve benzemek istemeyeceği insanların kimliklerini çaldığını gördüğü sıralarda su içerdi.lıkır lıkır ve hıçkırarak.
"beni ben susatmadım"
vücudunu bir o yana bir bu yana sallayarak dinlediği ağır ve güzel şarkılarda da aklında olmaması gereken fil kafaları vardı ve istese de istemese de aklına giren her sineği öldüremezdi.aksine beslerdi ve bazen o kadar çok olurlarda ki,üzmekten korkardı,rüya görmekten korkardı,uyuyamazdı.
o bazı geceler seni görmesin diye uyuyamadı.
yudum yudum içmek için renkli gözleri,farklı ırklardan kişileri arzuladı o hep-ama onun olduğu yer her zaman yerdi ve o yerde herkese yer yoktu-kafası her zaman kurulan anlamsız ve karmakarışık cümlelerin doğrultusunda ilerlerdi.
kafası hep karışıktı.
ama bazen sadece boş olurdu.karışamayacak kadar anlamsız.
(kısaltılmıştır: )
artık yorgunmuş.
duyduğu sesleri beyninde resimlendirmekten,birilerine farklı isimler takmaktan ve hatırlamaktan yorulmuş.huzurlu şeylerin dışındaki her önemli ayrıntıyı bir anda dolu bir kum kavanozuna kaldırır orada fosilleşmesini bekleyecek kadar sabırlı yaklaşırmış anılarına,yorulmasın diye...
gittiğini unuttum.derdi.
sanki sabahları kalktığında bazı şeylere sahipmiş gibi aniden uyandıktan sonraki gerçekliğin gölgesinde ezilirmiş,kolları morarana kadar.ama onu ağlatabilecek kadar değil.bazen ise bu onu rahatlatırmış bile.
sığ fikirlerin yarattığı devasa sonuçların hızlılığına küfür ederken yakalardı kendini ve aynalara zaten hiç bakamazdı.yükseklerden gelen anlamsız ve aslında imsaknsız dediği şeyleri yaptığı anlarda değerlerini bilmeden harcadığı elmas tozlarına da küfür edermiş.
elmas tozları suya karıştığında,yüzmekten nefret etti.ve...
mimik dolu sözlerden kaçınırdı,ve asla karşısındakine bakmayı öğrenemedi.
istemedi.
her zaman,tek bir yalan söylerdi,ve hiç kimse bilemedi.
"gülümsedim"
bilemezdi.
farklılığın doğurduğu kısık hareketli nefes alış verişlerinde kaybettiği isimleri içerdi bazen.içten bir oh çekebileceği farklı yükseklilklere ulaşmış karşı cinlerden gelen kokulardan kaçardı.
biri Tanrı gibiydi.
ve yumuşaktı.
uzaktaydı.
yavaşlığın ve içtenliğin anahtarı ondaymış.ve istenilen değil gereken olmaktan vazgeçemeyen bir siyah yıldızı hatırlatan gülüşüne kilitlenmemek imkansızmış.beyninden akan cümlelerin azında bile yüzebilsen,sana yetermiş.
yetmezmiş.
bana uzak her harikuladelik,biraz da olsun Tanrı gibidir.
çok güzelsin.
onun istediği o hiç olamazmış..
"yeteri kadar istememişsin o zaman"
dudaklarından akan ayna görevindeki kelimeleri her Tanrıyı yansıtamazmış.
bize şundan bahset dediğimizde;
"eğer ondan bahsedebilseydim,ona bahsederdim"
derdi.
havada onu aydınlatabilcek sadece ay olduğunda huzurun ona biraz daha yakınlaşabildiğini söylese de aslında onu huzura en yakınlaştırabilcek şey onun sahip olamadığı şeyler olduğunu haykırırdı gözleri boşluğa ve gözlerini kapattığında ise onu anlamak için dudaklarını okumak gerekirdi.kimse onu anlayamazdı ama.
o hep bizden farklı dilde konuşur,bazen hiç konuşmazdı.
omuzlarında taşıdığı yüklerden şikayetçi olabilcek kadar küçülmemişti,aksine taşıyamadığı şeyler için ağlayacak kadar azim öz sıvısı tüketmişti.
onu anlatabilmek için onu yaşamak değil,onunla yaşamak gerekirdi.
bazen o yaşamıyor gibiydi.
hayallerinin gerçeklikle örtüşemediği noktalarda dinlenirdi ve hayallerini olabilcek şeyler yerine olamayacak şeyler yönünde geliştirmişti.hayalleriyle rüyalarını asla bir görmez,asla birbirine karıştırmazdı.
bu kız oydu.ve o kızken diğeri ise her zaman başkası olurdu.
özlediğini söyleyebilecek kadar erdemli insanların arasında cirit atan ayaklarını soğuk denizlere,geceleri daldırdığında mutlu olurdu ve kendisine benzeyen sayılı insanın elinden tutup zor olan merdivenlerde yol alırdı.
aslında genelde dalardı ve uyurdu
bazen beyni titrerdi,ve düşünmeye araverirdi.
Tanrı bir tane de kendinden yaratmış derdi.
ellerinin minikliğinde gizlediği uçarı düşüncelerinde yüzmek istediğini söylerdi hep ve o çok yakışıklı derdi.ve de kibar.insanlar onun nereden geldiğini haykırabilir bile,ama asla cevap almayacaklarını bilerek.
yorgunluğu yüzüne yansıtmadan sorularına cevap verilebilir biriymiş o.kız öyle derdi.
onun öyle harikulade olduğunu farkettiğinde artık çok geçmiş ama,yolu olmayan kasabadan kaçmak isteyen yalın ayak bir genç kız misali beynini onun yönüne doğru çevirmiş olsada,gerçekten artık karmaya inandığını haykırsa da,yalın ayaktı.soğuk sulardan gelen bencil düşüncelerinin kurbanı olan kızlardan uzak durmak istediği zamanlarda oluyordu bunlar ve benzemek istemeyeceği insanların kimliklerini çaldığını gördüğü sıralarda su içerdi.lıkır lıkır ve hıçkırarak.
"beni ben susatmadım"
vücudunu bir o yana bir bu yana sallayarak dinlediği ağır ve güzel şarkılarda da aklında olmaması gereken fil kafaları vardı ve istese de istemese de aklına giren her sineği öldüremezdi.aksine beslerdi ve bazen o kadar çok olurlarda ki,üzmekten korkardı,rüya görmekten korkardı,uyuyamazdı.
o bazı geceler seni görmesin diye uyuyamadı.
yudum yudum içmek için renkli gözleri,farklı ırklardan kişileri arzuladı o hep-ama onun olduğu yer her zaman yerdi ve o yerde herkese yer yoktu-kafası her zaman kurulan anlamsız ve karmakarışık cümlelerin doğrultusunda ilerlerdi.
kafası hep karışıktı.
ama bazen sadece boş olurdu.karışamayacak kadar anlamsız.
(kısaltılmıştır: )
artık yorgunmuş.
duyduğu sesleri beyninde resimlendirmekten,birilerine farklı isimler takmaktan ve hatırlamaktan yorulmuş.huzurlu şeylerin dışındaki her önemli ayrıntıyı bir anda dolu bir kum kavanozuna kaldırır orada fosilleşmesini bekleyecek kadar sabırlı yaklaşırmış anılarına,yorulmasın diye...
gittiğini unuttum.derdi.
sanki sabahları kalktığında bazı şeylere sahipmiş gibi aniden uyandıktan sonraki gerçekliğin gölgesinde ezilirmiş,kolları morarana kadar.ama onu ağlatabilecek kadar değil.bazen ise bu onu rahatlatırmış bile.
sığ fikirlerin yarattığı devasa sonuçların hızlılığına küfür ederken yakalardı kendini ve aynalara zaten hiç bakamazdı.yükseklerden gelen anlamsız ve aslında imsaknsız dediği şeyleri yaptığı anlarda değerlerini bilmeden harcadığı elmas tozlarına da küfür edermiş.
elmas tozları suya karıştığında,yüzmekten nefret etti.ve...
mimik dolu sözlerden kaçınırdı,ve asla karşısındakine bakmayı öğrenemedi.
istemedi.
her zaman,tek bir yalan söylerdi,ve hiç kimse bilemedi.
"gülümsedim"
bilemezdi.
farklılığın doğurduğu kısık hareketli nefes alış verişlerinde kaybettiği isimleri içerdi bazen.içten bir oh çekebileceği farklı yükseklilklere ulaşmış karşı cinlerden gelen kokulardan kaçardı.
biri Tanrı gibiydi.
ve yumuşaktı.
uzaktaydı.
yavaşlığın ve içtenliğin anahtarı ondaymış.ve istenilen değil gereken olmaktan vazgeçemeyen bir siyah yıldızı hatırlatan gülüşüne kilitlenmemek imkansızmış.beyninden akan cümlelerin azında bile yüzebilsen,sana yetermiş.
yetmezmiş.
bana uzak her harikuladelik,biraz da olsun Tanrı gibidir.
çok güzelsin.
onun istediği o hiç olamazmış..
"yeteri kadar istememişsin o zaman"
dudaklarından akan ayna görevindeki kelimeleri her Tanrıyı yansıtamazmış.
bize şundan bahset dediğimizde;
"eğer ondan bahsedebilseydim,ona bahsederdim"
derdi.
havada onu aydınlatabilcek sadece ay olduğunda huzurun ona biraz daha yakınlaşabildiğini söylese de aslında onu huzura en yakınlaştırabilcek şey onun sahip olamadığı şeyler olduğunu haykırırdı gözleri boşluğa ve gözlerini kapattığında ise onu anlamak için dudaklarını okumak gerekirdi.kimse onu anlayamazdı ama.
o hep bizden farklı dilde konuşur,bazen hiç konuşmazdı.
omuzlarında taşıdığı yüklerden şikayetçi olabilcek kadar küçülmemişti,aksine taşıyamadığı şeyler için ağlayacak kadar azim öz sıvısı tüketmişti.
onu anlatabilmek için onu yaşamak değil,onunla yaşamak gerekirdi.
bazen o yaşamıyor gibiydi.
hayallerinin gerçeklikle örtüşemediği noktalarda dinlenirdi ve hayallerini olabilcek şeyler yerine olamayacak şeyler yönünde geliştirmişti.hayalleriyle rüyalarını asla bir görmez,asla birbirine karıştırmazdı.
bu kız oydu.ve o kızken diğeri ise her zaman başkası olurdu.
özlediğini söyleyebilecek kadar erdemli insanların arasında cirit atan ayaklarını soğuk denizlere,geceleri daldırdığında mutlu olurdu ve kendisine benzeyen sayılı insanın elinden tutup zor olan merdivenlerde yol alırdı.
aslında genelde dalardı ve uyurdu
bazen beyni titrerdi,ve düşünmeye araverirdi.
Tanrı bir tane de kendinden yaratmış derdi.
June 27, 2009
June 19, 2009
bölüm bölüm
I gotta get too drunk to dream
'cause dreaming only makes me blue
i gotta get too drunk to dream
because i only dream of you
..
işte böyle oldu
yüzük parmaklarına iz yapmıştı ve diğeri gün saymıştı.
koltuk yeterince büyük ve açık renk olmadığı için fazla rahat olmadığını ona bakışlarınla anlatmaya çalışsada çok başarılı olamamıştı.
arada bi geriye doğru gidip geliyordu.vücudu değil ama,aklı.artık hareketleri ritüelleşmişti ve karşı taraftaki ona daha soru sormadan cevabını veriyordu.
-"naptın sen?"dedi.
-"biliyorum,haklısın"
yorgunluk akan gözlerindeki bakışlar bazı duyguları çoktan kaybetmiş ve neyi görmek istersen onu gösteren bir hal almıştı.çocuk kararsızdı.
-"işte böyle oldu"
-"biliyorum,görüyorum."
kafa karıştırıcı bir kaç kelime oyunundan sonra artık şimdi bulunduğu oda hakkında konuşmaya başlamaları lazımdı,ama oda dediğim öyle basit bir oda değildi.sonuçta uzun süredir birbirinle konuşmayan insanlar o odaydı ve çokta alakasız bir ortamdı.
perdeyi biraz araladı.
-"boşuna vakit geçiriyorsun"dedi diğeri.
perdeden uzaklaşarak,küçük adımlarla koltuğa oturdu.
-"biliyorum,istiyorum"
üçüncü kişi çıkmıştı bir anda ortaya ve muhtemelen de seçimleri tipik erkek seçimi değildi.hareketleri bunun bu şekilde ilerlediğini çok bariz bir şekilde minik bir sırıtma gibi beynimize işlemişti.
o,fazla bilmezdi.ve arada gidip gelirdi.
-"fazla rahat değilsiniz"dedi üçüncü.
-"biliyoruz,mutluyuz"
kapıyı kapatmadan çıktı dışarı ve
-"az vakit var,geri gelicek"dedi diğeri.
-"biliyorum,hissediyorum"
diğeri perdeyi kapattı ve aklındaki geri gidişleri ortadan kaldırdı.ne de olsa o gün saymıştı ve diğerinin parmağında yüzük kalmamıştı.
üçüncü uzun bir süre geri gelmedi.
kapı hala açıktı.
June 18, 2009
yıktı

tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tuk tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tik tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tik tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tuk tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tik tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tıktık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tik tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tük tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tik tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tak tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tık tüh...
(şimdi baktım da bu kadar çok tık,tak,tük,tik li şeyleri elimle nasıl da bir sabırla yazmışım.)
-
"biraz su alın,biraz daha su alın"
anlayamadım.
kollarımı iki yana şöyle bi açtım.arkalara doğru,tıpkı küçükken bana 'sen anneni ne kadar seviyosun göster bakalım"dediklerinde açtığım gibi,arkada birleştirip 'bunun bin katı'derdim.zekiymişim ben-eskiden.
ama şimdi ki açışımın nedeni gerilmekti sadece.o kadar.ve öne doğru getirdiğimde bir 'oh' çekip elimi sigaraya uzattım.
-"daha ne kadar?"dedi karşımdaki.gülümsedim.ama cevap vermedim.zaten bu cevabı beklenen bi soru değildi.yani ben öyle düşünmüştüm.
kibrit kutusunu ilk elime aldığımda,üç tanesini kutuya ters çevirip koymuştum.ve demiştim ki;
-"bu üç tanesinin sonuncusunu yaktığımda herşey daha güzel olucak"
aslında herşey aynı kalıcak.
gülümseyemedim.
-"bana da bir bardak su koyar mısın?"dedim.ani bi dönüşle kafasını bana çevirip biraz baktı.zaten hep bakardı.ve hiç bir iş yapmazdı.
şişeyi uzattı ve bardaksız içtim.
-"biraz su iç,biraz daha su iç"
anlayamadım.
ve seslerin daha güzel duyulabilmesi için biraz sessiz kalmayı önerdim ona.
-"hangi sesler?"dedi.
-"huzurun sesi"dedim.
ki o hiç bir zaman anlayamazdı.her ne kadar ben her zaman dik görünsemde,içten çöktüğümü ve aslında gerçekten çok zor dik durabildiğimi anlayamazdı.dik değildim,başım bir o yana bir bu yana gidip gidip geliyordu aslında ve o sadece benim o gidiş gelişlerimin arasındaki minik bir kaç saniye süren dikliğimle yargılıyordu beni.
-"istesem de dik duramam"dedim.
hafif sıcak rüzgarın üzerimizde yarattığı soğukluk hissi artık ilk baştaki kadar gerçekçi değildi ve içten içe terlemeye müsayit vücutlarımız işlevlerini yitirmek üzereydi.
-"su ister misin?"dedi
-"biraz su iç"
anlayamadım.
güneş batmış olmalıydı,perdeleri benimkiler kadar koyu değildi ve karşı apartmandaki alışverişler bile görünebiliyordu.
biraz yer değişikliği yaşanan zor bir yerdi.tam anlamıyla görememiştim.
göz ucuyla görebilsem bile ki bu zor bişeydi,fazla uğraşmadan camdaki yansımalara dalmıştım.
arkası dönüktü.
ve merdivenleri teker teker indi.ağaç dallarının yüzünde yarattığı etkiden kurtulmak için ellerini iyi kullanıyordu.
artık etraf çok sakindi ve boştu.
kibrit kutumu da almıştı.
-"biraz karar alın,biraz daha karar alın"
anlayamadım.
arkam dönüktü.
anlayamadım.
kollarımı iki yana şöyle bi açtım.arkalara doğru,tıpkı küçükken bana 'sen anneni ne kadar seviyosun göster bakalım"dediklerinde açtığım gibi,arkada birleştirip 'bunun bin katı'derdim.zekiymişim ben-eskiden.
ama şimdi ki açışımın nedeni gerilmekti sadece.o kadar.ve öne doğru getirdiğimde bir 'oh' çekip elimi sigaraya uzattım.
-"daha ne kadar?"dedi karşımdaki.gülümsedim.ama cevap vermedim.zaten bu cevabı beklenen bi soru değildi.yani ben öyle düşünmüştüm.
kibrit kutusunu ilk elime aldığımda,üç tanesini kutuya ters çevirip koymuştum.ve demiştim ki;
-"bu üç tanesinin sonuncusunu yaktığımda herşey daha güzel olucak"
aslında herşey aynı kalıcak.
gülümseyemedim.
-"bana da bir bardak su koyar mısın?"dedim.ani bi dönüşle kafasını bana çevirip biraz baktı.zaten hep bakardı.ve hiç bir iş yapmazdı.
şişeyi uzattı ve bardaksız içtim.
-"biraz su iç,biraz daha su iç"
anlayamadım.
ve seslerin daha güzel duyulabilmesi için biraz sessiz kalmayı önerdim ona.
-"hangi sesler?"dedi.
-"huzurun sesi"dedim.
ki o hiç bir zaman anlayamazdı.her ne kadar ben her zaman dik görünsemde,içten çöktüğümü ve aslında gerçekten çok zor dik durabildiğimi anlayamazdı.dik değildim,başım bir o yana bir bu yana gidip gidip geliyordu aslında ve o sadece benim o gidiş gelişlerimin arasındaki minik bir kaç saniye süren dikliğimle yargılıyordu beni.
-"istesem de dik duramam"dedim.
hafif sıcak rüzgarın üzerimizde yarattığı soğukluk hissi artık ilk baştaki kadar gerçekçi değildi ve içten içe terlemeye müsayit vücutlarımız işlevlerini yitirmek üzereydi.
-"su ister misin?"dedi
-"biraz su iç"
anlayamadım.
güneş batmış olmalıydı,perdeleri benimkiler kadar koyu değildi ve karşı apartmandaki alışverişler bile görünebiliyordu.
biraz yer değişikliği yaşanan zor bir yerdi.tam anlamıyla görememiştim.
göz ucuyla görebilsem bile ki bu zor bişeydi,fazla uğraşmadan camdaki yansımalara dalmıştım.
arkası dönüktü.
ve merdivenleri teker teker indi.ağaç dallarının yüzünde yarattığı etkiden kurtulmak için ellerini iyi kullanıyordu.
artık etraf çok sakindi ve boştu.
kibrit kutumu da almıştı.
-"biraz karar alın,biraz daha karar alın"
anlayamadım.
arkam dönüktü.
June 13, 2009
June 12, 2009
June 11, 2009
sweet ballad


Got nothing to prove, I'm not your whore
You're gonna lose, coz I got more
Not sure you can endure
I'm not your little, I'm not your little, I'm not your little
Whore...
Whore whore whore...
Not your late night booty call
Whore no more...
Don't call me passed 11pm, it won't happen again
Like a scab that won't heal, just another sore
Lost face in the crowd such a lonely bore
Don't call me passed 11pm, it won't happen again
Happened once, it happened twice it happened three times, maybe four times, maybe five times, maybe, maybe it happened six
times but it won't happen seven times
No no no no no no...
Whore whore whore
Not your late night booty call
Whore no more
Don't call me passed 11pm it won't happen again
You could call me at 10.59 but don't call me at 11 coz that's my rule now
June 7, 2009
böyle şeyler yapmayın
aynalar(haha)
beni tam da uyurken yakaladın.
ama o sizi seviyor.
ve çarşaflar birbirine dolandığında çıkmak için nefesini tuttu,dayanamadığını ve daha fazla çaba sarfedemeyeceğini anladığında yenik düşmeyi boynunda bir madalyon gibi taşımaya karar verdi,etraf çok beyazdı ve gülüşleri onun eskidiğini tam da istediği gibi anlatıyordu.
ama o çok eskimemişti.
elleri yüzünü kapatmaya çok yaramıyordu,ama her zaman elleri yüzündeydi.göz altlarındaki morluklar ona insanların yaşattığı anıların bir armağanıydı ve hiç şikayetçi olmadan anıları hatırlardı.
bazen gülümseyemezdi.
daldığı düşüncelerden çıkmak için başka insanların beyinlerine akmaya çalıştığı gecelerde hep uyuya kalırdı,kalktığında ise sen başında değildin.
ama o seni seviyor.
onu tam da uyurken yakalardın.
ve ona belli etmeden oradan uzaklaşırdın.
bacaklarını karnına doğru çekip birbirine doladığı zamanlarda,etrafı izlerdi sessizce ve fazla şey düşünmek istemezdi.etraf her zaman çok beyazdı.
-beyazı hiç sevemedi.
o artık ellerini senin yüzüne koymak istiyor.
ama o sizi seviyor.
ve kuşlarla yarıştığı sabahlarda,pencereden içeriye gelmek isteyen hafif rüzgarın perdelerde takılı kalmasını kendi içinde yaşıyor.örtüler rüyalarını silmeye fazla yarayamadı.
ama onun hiç perdesi olmamıştı.
resmini çizdiğin kızların adını bilmek isterdi hep,en önemli ayrıntı adınız yazıldı duvarlara ve duvarlar yıkıldı hayallerinizin başladığı noktaya.
biri oydu.isimlerden biri onun ismiydi ve heryerdeydi.
ama o seni seviyor ve sen onun ismini hiç bilemedin.
yıldızlar her zamankinden uzak görünürken ona,avuç içlerinden akan terleri üzerine sildi umursamadan.her zaman bunu yapardı ve biri her zaman kızardı.
ama artık o,sen onu uyurken yakalama diye uyumuyor bile.
ve kim olduğunu asla bilemedin.
kim olduğumu bilemedim.
ama o sizi seviyor.
ve çarşaflar birbirine dolandığında çıkmak için nefesini tuttu,dayanamadığını ve daha fazla çaba sarfedemeyeceğini anladığında yenik düşmeyi boynunda bir madalyon gibi taşımaya karar verdi,etraf çok beyazdı ve gülüşleri onun eskidiğini tam da istediği gibi anlatıyordu.
ama o çok eskimemişti.
elleri yüzünü kapatmaya çok yaramıyordu,ama her zaman elleri yüzündeydi.göz altlarındaki morluklar ona insanların yaşattığı anıların bir armağanıydı ve hiç şikayetçi olmadan anıları hatırlardı.
bazen gülümseyemezdi.
daldığı düşüncelerden çıkmak için başka insanların beyinlerine akmaya çalıştığı gecelerde hep uyuya kalırdı,kalktığında ise sen başında değildin.
ama o seni seviyor.
onu tam da uyurken yakalardın.
ve ona belli etmeden oradan uzaklaşırdın.
bacaklarını karnına doğru çekip birbirine doladığı zamanlarda,etrafı izlerdi sessizce ve fazla şey düşünmek istemezdi.etraf her zaman çok beyazdı.
-beyazı hiç sevemedi.
o artık ellerini senin yüzüne koymak istiyor.
ama o sizi seviyor.
ve kuşlarla yarıştığı sabahlarda,pencereden içeriye gelmek isteyen hafif rüzgarın perdelerde takılı kalmasını kendi içinde yaşıyor.örtüler rüyalarını silmeye fazla yarayamadı.
ama onun hiç perdesi olmamıştı.
resmini çizdiğin kızların adını bilmek isterdi hep,en önemli ayrıntı adınız yazıldı duvarlara ve duvarlar yıkıldı hayallerinizin başladığı noktaya.
biri oydu.isimlerden biri onun ismiydi ve heryerdeydi.
ama o seni seviyor ve sen onun ismini hiç bilemedin.
yıldızlar her zamankinden uzak görünürken ona,avuç içlerinden akan terleri üzerine sildi umursamadan.her zaman bunu yapardı ve biri her zaman kızardı.
ama artık o,sen onu uyurken yakalama diye uyumuyor bile.
ve kim olduğunu asla bilemedin.
kim olduğumu bilemedim.
June 6, 2009
bilirdi ve söylerdi
bence bir sorun var,
görmek her zaman anlamanın anahtarı değildir çünkü,
ya da duymak.
bence karar veremediğin ayrıntılarda sana yanlışı gösteren büyük sorunlar var etrafında,
sevmek veya değer vermek,her zaman doğru olmaz sonuçta.
gerçekten sıkılsaydım eğer,kendimden,orda olurdum belki,biraz yakın,biraz uzak. -"akar ama,sıvı o"dedi biri.o kadar da yavaş hareket etmiyordu ve kucağındaki yükler omuzlarına yansımıştı.
güçsüz değildi ve bağıramazdı.
kıvrımlı sokaklarda yürümek ona her zaman uzun saçları hatırlatırdı.bana bunu hep anlatırdı.
-"duruşu böyle mi?"derdi.kim olduğunu bilmediğim insanların gülüşlerini anlatmamı isterdi ona. arada gelirdi ama genelde gelmemeyi seçerdi.uzaktan gülümsemeyi bana zorla öğretmişti.
-"herşeyi öğrenmek zorunda değilsin.sadece biraz gülümse.uzakta olsam bile."
o insanların görmemezlikten gelme duygularına küstü.
-"sen ordaysan ve senin gözlerine bakmamışsa,bil ki senin orda olduğunu yanındaki kişiden bile iyi biliyor."derdi.
-"her zaman gülümse,boş bakıp bişeyler düşündürmekten daha çok şey düşündürür çünkü"
bilinçsizlik parmak uçlarında sallanırken,ilk olarak,arkana sakın bakma.ileri hele hiç.sadece olduğun yerde dinlen biraz,biraz da düşün,ama fazla yorulma ve sadece kendi düşüncelerinde boğul,kendi isteklerinde ve kendi kararlarında.zaten bunu yapabilirsen ilerisi sana daha bir parlak gelicek,arkan ise insanların sana yaşattığı keşkelerle sırıtıcak yüzüne.
-"farketmez"derdi.
-"kendin ol"derdi.
-"fazla dinleme."derdi.
-"ne istersen onu yap kendin olduktan sonra insanları fazla dinlemesen de farketmez"derdi.
o daha çok şey söylerdi.
görmek her zaman anlamanın anahtarı değildir çünkü,
ya da duymak.
bence karar veremediğin ayrıntılarda sana yanlışı gösteren büyük sorunlar var etrafında,
sevmek veya değer vermek,her zaman doğru olmaz sonuçta.
gerçekten sıkılsaydım eğer,kendimden,orda olurdum belki,biraz yakın,biraz uzak. -"akar ama,sıvı o"dedi biri.o kadar da yavaş hareket etmiyordu ve kucağındaki yükler omuzlarına yansımıştı.
güçsüz değildi ve bağıramazdı.
kıvrımlı sokaklarda yürümek ona her zaman uzun saçları hatırlatırdı.bana bunu hep anlatırdı.
-"duruşu böyle mi?"derdi.kim olduğunu bilmediğim insanların gülüşlerini anlatmamı isterdi ona. arada gelirdi ama genelde gelmemeyi seçerdi.uzaktan gülümsemeyi bana zorla öğretmişti.
-"herşeyi öğrenmek zorunda değilsin.sadece biraz gülümse.uzakta olsam bile."
o insanların görmemezlikten gelme duygularına küstü.
-"sen ordaysan ve senin gözlerine bakmamışsa,bil ki senin orda olduğunu yanındaki kişiden bile iyi biliyor."derdi.
-"her zaman gülümse,boş bakıp bişeyler düşündürmekten daha çok şey düşündürür çünkü"
bilinçsizlik parmak uçlarında sallanırken,ilk olarak,arkana sakın bakma.ileri hele hiç.sadece olduğun yerde dinlen biraz,biraz da düşün,ama fazla yorulma ve sadece kendi düşüncelerinde boğul,kendi isteklerinde ve kendi kararlarında.zaten bunu yapabilirsen ilerisi sana daha bir parlak gelicek,arkan ise insanların sana yaşattığı keşkelerle sırıtıcak yüzüne.
-"farketmez"derdi.
-"kendin ol"derdi.
-"fazla dinleme."derdi.
-"ne istersen onu yap kendin olduktan sonra insanları fazla dinlemesen de farketmez"derdi.
o daha çok şey söylerdi.
June 5, 2009
"bak ne dicem."
diğeri irkilip yataktan kafasını kaldırarak öbürüne bakar.
"odanın bu kadar aydınlık olması senin de sinirlerini bozmuyor mu?"
"hayır"der diğeri ve kafasını beyaz yastığa geri koyar ama gözleri hala açıktır.öbürü ise ayakta dikilmiş duvarlara,arada ise tavana bakarak ışığın nasılda güzel bir şekilde süzüldüğünü izler.bazen gözleri diğerinin vücuduna kayar ki o sırada diğeri ona dik dik bakar ve hafiften gülümser;
"sana değil ışığa bakıyorum"der öbürü.diğeri kafasını yan tarafa çevirerek sigara arar.bulur da.
diğeri öbürünü anlamaz ama odada gerçektende nerden geldiği belli olmayan ışıklar gezinmektedir ve bu öbürünün gitgite daha da fazla ilgisini çeker,hoşuna gider.
-"başka kattan geldiğimi biliyorsun"der diğeri.öbürü umursamadan kafasını sallar.diğeri giyinmeye başlar ve elindeki kum saattini sallayarak öbürüne gösterir,
"bunu buraya koyuyorum,yarın yan odada görüşürüz"der ve çıkar.allahtan kum saati büyüktür diye düşünür öbürü.ve yatağa,ışıkların kaynağına dalar.
..
uyandığında kum saatinde az kum kalmıştır ve ışıklar vücudunu yatağa bağlamıştır.kalkamaz hatta gülümseyemez bile-zaten fazla gülümsemez.merdivenden diğerinin iniş sesini duyar.diğeri yan odaya girer ve biraz bekler.öbürü ise karar vermekte zorlandığını anladığında bahane arar,karar veremediği şey ise;
"ışıklar mı,diğeri mi?"
biraz düşünür.yüzünü iyice yıkar,bol köpük,bol sabun.ellerini fazla kullanmaz ama.
ve karar verir.kimilerine göre doğru,kimilerine göre yanlış bir karardır.(aslında önemli olan onun için doğru mu değil mi?bunu asla bilemez öbürü,keşke bilse.)
yatağa döner,ışıklarla zaman geçirir biraz.diğeri ise öbürünün gelmiyeceğini anladığında kendi katına geri döner ve diğerine bir not yazar,
"___________________"öbürü okur ve fazla ilgilenmez,tam anlamıyla yalnız değildir çünkü,yanına bir sürü ışık vardır,farklı renklerde ve kişiliklerde.ama diğeri çok kırılır ve bir daha asla onun katına gitmek istemez.öbürünün umrunda olmadığı da bellidir.gitmezde zaten,gidemez.
..
öbürüne gelelim.diğeri yerine başkasını bulduğu için diğeri ona çok kırılır ama öbürü bunu hiç bilemez,öbürünün savunma şekli;
"aynı kattayız olur"
öbürünün yanında çok ışık varıdır,evet ama biraz az parlaktırlar,biraz az içten ve yavaş yavaşta çok uzaktırlar.
diğeri hep uyur.
.
.
yavaşça kafasını kaldırır ve der ki;
"nasılsın?"
öbürü cevaplar;
"eh,iyiyim"
diğeri gülümser ki o hep gülümser,
"beklediğim cevap buydu."
ışıklar artık fazla uzaktadır.
*ışıklar:arkadaşlar
June 3, 2009
i drink milk every day
