December 31, 2023

s3nce aşkın tanımı var mı?
banal başlıyoruz.
evin her yerinde fotoğraf makinaları duruyor,
ırsi.
filme alası nerede gelir bu anları şu insanın, 
anlatı yalnızca benden geçiyor, 
istifi,
ve telefondan dinlenen yarı duygusal parçalar,
boring but gerçekçi.
ipil ipil geçmişim kapkara bir kusmuk, geleceğim de saydam ama umurumda değil,
içine dalıyorum, büyük bir pipiyim sanki.
balık söylüyorum, seneler önce yemediğim bir diğer şeysin evet sen sen,
sevebileceğim türden bir parça başlar gibi oluyor, duygusal ya, kabuğumsu beğenimden çıkamayıp geçiyorum o parçayı, yeterince melankolik değil,
bana hiç bir şey senin var olmayan tadını veremiyor sevgilim, yoksun, hiç olmadın, daha değil.
kabuklanış devam, laçkalaşma nizahi, 
lafçı ben düzenbaz, sızıyor gerçeğin içeri.
inziharı ruhum, köpek horlaması ve kırmızı şarap dişleri
yo yo yo underground bizdik hani?
intiman
 intibayı düş haşla, kurguladığım yaşamım yazılara has bir muamma.
kabir saydım bu yıl anca,
dur düşleme abicim dur aslama kendini.
mantıkdışılık umursamaz, para yok işte arkadaş, para hiç olmadı, daha değil.
manyatiksel hislerle çekiyorum sizi kendime,
siziizzi seviyorum, diyorum ancak, ölüyorsunuz bir bir.
olunma olupbiten olurlamadır her şey, olma yokluğun sebebi anti-olumlama, manzum mahsum devam eder içim mansoon.
"These don't have a name
I've been a fool to let it out that way
And it will keep on coming back
A fool gets laughed at
And I'll go on and on and on
Letting it out when the feeling's strong
I wonder who in this single thing
Made this night and it's ugly dreams"

samimileşebilme sınırım yalnız bir tık, birkaç dokunuş.
yok yazmamak bana yaraşıyor, şimdicik taaccüp sana bırakılıyor, aynen doğru duydun şaşırt beni 
peki peki bu gece değil elbette.
içime arazöz lazi, üstanlize zihnime,
üstüpü mapaya as, atlıyorum suya, taaffün beden, ona buna.
tuzlu suya,
yah burada deniz yok ki daha. 
taban kuru tabanvray.
salname salozum ben salta durmak baş çıban.
yine, belki de, matematiğimi yaptım bekliyorum.

cıyak parçalara tın tın bulanan
yalanan ayaklara dur diyorum it noldu yaran mı var?
balık söylüyorum ve inanır mısın ağlıyorum yerken, balık diye değil de istemediğimden yemek herhangi bir şeyi,
mutsuzum işte, dayanamadığım ve olumlayamadığım şeyler var, diyorum balığa, 
balıklar da anlar metafizikten falan ama susuyor ağzımda.
yok olma isteğim fragram.
bölünüyorum- grandi tikal.
ne fazlayım ne de azalıyorum sana, yaratmayı bilmeden olduğun hala,
karate pum pum pak.
bekliyorum gelecek o on iki dakikada,
esliyorum benliği bu munaşara.

sonra bir öğün daha atlayıp bu sefer hazır noodle ı susuz yemeye koyuluyorum, epey dandik bir indie parçaya kadar geliyor playlist otomatikman; romantikten dandiğe.
dostlarımın hiç birisi yanımda değil çünkü çoğu dostum falan değil miş miş miş mişşş şşş şşiişşşt şşşşt şşşt tttttt
yok bu yazı buraya en fazla bu kadar dandik kayıyor ardından soğuk yeşil çay kalitesinde devam ediyor,
ne diye yiyorum bunu bilmememle ne diye dediğim bunları, aynı kefeye sığıyor.
piyano solo başlıyor,
kalorifer 20derecede sabit kalıyor
sözlük açıyorum,
A harfini de dandik buluyorum,
hiç bir ambalajı atmıyorum,
saat on biri 12 geçiyor,
bu dakikaya nefretlerimi sığdarayım diyorum, bakıyorum da çevreme kimseyi göremiyorum,
bu dakikayı sessizliğe veriyorum,
önüm uzun.
sayılar dışında değişmeyen herşeydir asıl kozum.

sıkıcılık bir yana tek istediğim şey uyumak,
hiç bu kadar sohbet gibi yazmam ama bunun yeri ayrı,
bu ne yalnız ne canlı,
duruyor burada aklım,
yazdıklarımsa içime kanlı.

girintili hikayelerin ardındadır kurmacanın bilimi,
anlamın eşsiz söylemi
nereye gidersen git,
avlandığın yerdedir sonun,
istediğin kadar çalış,
sıcaklığa değendir ilk ateşin izi,
karcığar ister gönül neşeli,
ama alakası yok yaktın beni gerisin dibi,
aşkım lüle saçlarıma takılı,
saydamlığı anıma gizli,
bekliyorum içli içli,
son üflemeyi.

4lük bunaltıyor beni, düz yazıya dönüyorum ancak bunun sonu yok. Zorla yazmanın veya yapmanın mesela. Kuru boyaların pislenmesini önleyemiyorum kutuları aynı, suyu nadiren yudum yudum içiyorum genelde bir dikişte bir bardağı dikiyorum, bu beni tekrardan sussatıyor ve tam yazmaya başladığım an-dağa alt kata inmem gerekiyor, 2 değil yanlış olmasın, bazı şeyler değişiyor, 13 sene sonunda. Yüzüklerim genelde aynı, komşu cıyak cıyak, sanarsın birşey diyor. Bense zamanın kendisinden kaçarken, aritotales, heiddeger, augustinus halime gülüyor. Zamansal dağılmanın semptomlarından yalnızca biri kişiliğimin silikliği, önce kendime ve diskroni ise zorunlu bir hızlanmanın sonucu değil, yo yoo değil. Onun esas sorumlusu zamanın atomlaşması. Zaman işte bu yüzden eskisine göre daha hızlı akıyor-muşmuşmuşşş, bu dağılma ile de zamanın deneyimlenmesi imkansızlaşıyor-muşmuşmuşumuşumuşumuşuşşş, hiç birşeyin zamanı tuttuğu yok
benim aksime.
ben ne zamanında yaşamış ne de zamanında ölecek biri olmayı düşledim,
yaşamımı etkin bir biçimde şekillendiren tamamlayıcı bir ölüm hayal ettim hep.
ancak atomlaşmış zamanda tüm anlar aynıydı,
bana ölümü unutmamı emrettiler,
kötü düşünmeyi yasakladılar bana,
yalnızdım yine,
umurlarında değildi yalnız olmam
zihnimi sıkışımı engellemek için ellerini uzattılar bana,
güneş batmak üzereydi,
ayın derdi sırf bizi görmek.
şimdiki zamanda bir güncellik var dediler, bu güncelliğin yakasını bırak!
kimsenin, sen düşünsen de düşünmesen de ölesi veya ölmeyesi yok,
ve zaman dayanaksızlılığından çığ misal yuvarlanır gider,
sen dayanaksız değilsin dediler,
süre belirlenemez ölümlere,
telaşlı uykusuz gecede katlanılma< bir korku demektir süre,
o eklemlenmemiş, yöneltilmemiş sıkıcı zamandır. 
iki katı hızlı yaşam süremeyeceğim,
belki 12,
çünkü çok daha kısa bir anlatı da çekici olabilir,
bunun aksine,
tek sorunun bunu sonlandırma kabiliyetim olmayışı mı?
aksine bir şimdiden diğerine aceleyle geçişimin sorunu mu?
şeyler ve olaylar
anlamla, anlatıyla dolu resimler,
her şeyin bir anlamı,
edebi tekerrür dünyasındaki hızlanmamın nedensizliği,
doğrusal akım, bakın her şey başkalaşır.
zamansal anlamlılığı gelecekte temelliyoruz, 
ileri doğru bir zamansal çekim üretiyoruz,
cevaz vermiyoruz cevap almıyoruz,
devrimlere tabi bırakıyoruz insanları,
pinkliyoruz floydluyoruz,
zaman oluşsallıktır ( faktizitaat )
öylece oluyoruz,
bağırışların horlamalara büründüğü anların içinde reçel gibi havada, duruyoruz ama nirvanaya hayır deme hakkına sahibim en azından.
dolanıp durduğum bu yılda, yürüdüğüm sokaklarcayım oturduğum bu anda, her adımım vardılar, cümlelerce kaydılar altımdan, her aradığım ve kaydettiğim o anın bir anlamı, belki tek, belki birkaç, fark etmez. Hepsi hatırımda, bu bir intihar mektubu değil, tam aksine, hiç bir şeyin umurumda olmayışının akışı bu, hemen bir harf seçiyoruz, T, tamtakırlaşma açılıyor şansıma,
"içinde gerekli işe yarar bir şey kalmamak, bomboş bir duruma gelmek, örn. bütün eşyalar satılmış, ev tamtakırlaşmıştı." valla evimden çıkarken satacak bir şeyim yoktu,
bildiğin kovuldum ancak eşyalarını bana bırakmış Gürsel abi birkaç hafta önce balkondan düşerek öldüğü için ona da eşyalarını geri veremezdim. Bir kısmını atmak istedim, ancak 6 7 senedir onlara bağlandığım gerçeği bana hiç bir şey attırmadan direk her şeyi paketletti, bok varmış gibi, kolilerce döndüm ailemin evine, avarelik ve aylaklık hakkımla, yeni bir eve çıkmak yerine, sadece gitmeyi hedefledim, amaç gittiğim yerlerden dönmekti, asla kalmak değil, her zaman dönmek ve tekrardan gitmek, bu sefer bunu evsiz yapacaktım, e yapıyım madem dedim. Yaptım da, yapıyorum da. Evsiz yapmak bir şeyleri daha kolay, zaten eşyalarım olsa dahi evim tamtakır hissettiriyordu beni, benim değildi diye ana eşyalar olsa gerek, gerisingeri tıka basa doldurdum ama evi, tıkabalığımla ve her birinizi sürdüm duvarlara, valla iyi sürüldünüz siz de reçel misiniz ne?
ipekli geceliğimi giyiyorum, şaka şaka, diğer evimde de genelde kışları giydiğim turuncu dandik kazak var üstümde, onu evde giye giye dandik hale getirdim, yoksa normal turuncu bir kazaktı o, işte neyse onu giymiş duruyorum ve bunları yazıyorum, ve farkında olmadan bir nirvana parçasının sonuna geliyoruz, sikiyim fark etmemişim derken ben neden bu kadar da sevmeyen bir günümdeyim nirvanayı anlamıyorum ama yılın en sevdiğim anına giriyoruz, umrumda değil hiç bir şey,
Yılın son 12 dakikası. 
Yalnızca bir kere olan bu 12 dakikadır rahatlığım,
boşluğum oluyor içimi kaplayan, boşluğu oluyorum içimi daraltan. 
feragatliyim ona karşı, sırf zamanımı onunla geçirmek için yalnız olmayı seçiyorum,
doyuma ulaşıyor olmalı, ben de doluyorum içine, azalarak çoğalıyorum.
son yıllarda ek klavyesi olmayan laptoplarla yazıyorum,
aslında itiraf ediyim, son yıllarda tahminime göre çok az yazıyorum,
cidden yapasım gelmiyor genelde pek bir şey, ama ite kaka şu anda özellikle sırf bu güzelim 12 dakika için saatlerdir yazıyorum mesela,
tam bu ana yazarak gelme adına,
tuşluyorum tık tık tık harfleri ne dediğimin de önemi var, dediklerim bir defa varlar ve geliyorlar. 
klasik ben atıyorum ortaya arada o bu şu sen
osuruktan uyaklar sallıyorum
en çok da onları seviyorum.
semai felan işte ona ulaşmaya çalışıyorum,
semahatim bu 12 dakikaya,
cidden dandik geçirmiyorum diyorum zamanı yazdıkça yazmaya bayılıyorum.
yılın bu son 12 dakikasında geçen sene triplerde boğuşuyordum,
kendimi en rahat hissettiğimi düşündüğüm evlerden biriydim ve fena bir hikayenin içinde bulmuştum kendimi,
tam orada anlamalıydım işte,
rahat değildin, rahatsın sandırıldın, ya da kandırıldın belki sendin seni kandıran belki de şeyler, 
önemi yok,
yalnızsındır ve kolay kandırılırsın, yalnız olmak da ne biliyim, birinle olandansa mesela, oh bir dakika yılın son oniki dakikasının ilk 5 dakikası geçmiş bulunuyor. 
biraz kokuyorum ve tabii ki sırf bu 12 dakika için Manisa'daki evde değilim.
Moralim haliyle bozuk, ölen arkadaşım ölen tüm arkadaşlarımı hatırlatıyor ve ölümün kendisi zamanın içine Bulanık halde orada öylece duruyor dünde yarında şimdide. 
duruyor işte, sanki çoktan olmaya başlamış ve bitmeyen birşey gibi,

zaman gibi yani ölüm. ve ben bok var gibi takıyorum kafama ve sanıyorum ki yılın son 12 dakikası içerisinde kurtulacağım bu tanıklıktan. Polyana gülüyor belki de bana, umurumda değil ben yarısına kadar okudum seni. 

topluluklar çekin elinizi üzerimden,
ben duruyorum biraz mavi biraz 4.
there is no time tonight diyor John kulağımda. 
parçayı likelıyorum. artıya basıyorum kalbimizi almışlar elimizden. 

yılın son 12 dakikasına özdeşliyorum benliğimi
yenmiş tırnaklarım 
kamburum
öykülenmem zamana ne diyeydi bilmem ama, son 12 dakikamın son dakikasında,
yazacaklarım var onlar da şöyle:
kelle, gümrükçü, daldız, bere, kötek, süngülü, yapaylaşma, israf, üzengi, dizibilim, kurtçul, azrail, otacı, uyuşurluk, zühul.
ıy işicem bu kelimelerin üstüne. 






i drink milk every day

Blog Archive